Dolar 32,3341
Euro 35,0774
Altın 2.308,07
BİST 9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 21°C
Açık
İstanbul
21°C
Açık
Cum 23°C
Cts 21°C
Paz 21°C
Pts 23°C

‘ADALETİN SAĞLANAMAMASI, DEVLETİN BEKASI BAKIMINDAN CİDDİ ENDİŞE YARATACAKTIR’

A+
A-

‘ADALETİN SAĞLANAMAMASI, DEVLETİN BEKASI BAKIMINDAN CİDDİ ENDİŞE YARATACAKTIR’

MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay ÖZTÜRK, 2017-2018 Adli yılının açılmasına ilişkin yazılı bir basın açıklaması yaptı.

Açıklamasında;

“2017-2018 Adli yılının ülkemizde adaletin hâkim olmasına vesile olmasını, adaletin gerçekleşmesi için çaba gösteren adlî personele ve milletimize hayırlı olmasını dileriz.

Yeni adli yıl, önceki yıllardan farklı ve yeni sorunlar ile açılmıştır. 15 Temmuz 2016 hain kalkışma sonrasında, terör örgütünün yargı yapılanmasının kapsamı da ortaya çıkmaya başlamıştır. Terör örgütünün Türk yargı sistemini nerede ise ele geçirdiği görülmüştür.

Öyle ki, yargı organlarında görev yapan toplam 4521 hâkim ve savcı hakkında işlem yapılmıştır. 2016 yılı Adalet Bakanlığı verilerine göre, Hâkim ve savcı sayısının 11.372 olduğu düşünüldüğünde, yargıdaki örgüt yapılanmasının boyutu da gözler önüne serilmiş olacaktır. İradesini cemaat yapılanmasına terk etmiş olan hâkim ve savcılardan adil karar vermelerini beklemek safdillik olur.

15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra, örgüt ile bağlantısı olduğu gerekçesi ile görevden uzaklaştırılan hâkim ve savcıların yerinin doldurulması amacı ile, açılmış olan sınavlar ve doğru dürüst staj yaptırılamadan atanmak zorunda kalınan idealist genç hâkim ve savcıların tecrübesizlikleri, adalet arayışında olan vatandaşlarımız için ciddi buhrana sebep olmayacağını ümit etmekten başka yapacak bir şey yok. Zira yargı boşluk kaldıramaz.

Geçmişten günümüze yargı sisteminin problemleri kartopu gibi sürekli artış göstermiş, yapılan bir kısım iyileştirmeler günü kurtarmaya yetmiş, kalıcı çözüm olamamıştır.

Uluslararası metinlerde de, herkesin mahkemeler önünde eşit olduğuna ve hakkındaki bir suç isnadının veya hak ve yükümlülükleri ilgili bir hukuki uyuşmazlığın karara bağlanmasında, hukuken kurulmuş yetkili, bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri tarafından âdil ve alenî olarak, sebepsiz gecikme olmaksızın, yargılanma hakkına sahip olduğunun garanti altına almış olmasının adil yargı bakımından önemli olduğu vurgulanmaktadır.

Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler BANGALOR YARGI ETİĞİ İLKELERİ’nde yargı erkinde olması gerekli değerler belirlenmiştir. Bu değerler; BAĞIMSIZLIK, TARAFSIZLIK, DOĞRULUK ve TUTARLILIK, DÜRÜSTLÜK, EŞİTLİK, EHLİYET ve LİYÂKAT olarak tespit edilmiştir.
Bu bağlamda, birkaç hususun ele alınmasında fayda vardır.

I. Yargı Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı

Yargının adil davranabilmesi için gerekli unsurların başında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı gelmektedir. Bağımsız ve elbette tarafsız olmayan yargı mekanizmasından adil karar beklemek mümkün değildir.

Zira sözlük anlamı itibarıyla adalet; “insaflı, doğru, eşit olmak, eşit tutmak, doğru davranmak, zulmetmekten uzak olmak, her şeye tam hakkını vermek, hakkınca düzeltmek, mutedil yani kararlı ve ölçülü olmak, her şeyi yerli yerinde ve gereğince yapmak, istikamet ve hakkaniyet” anlamlarını içermektedir.

Bağımsız ve tarafsız olmayan bir yargı mekanizmasından, tanımı yapılan adaleti beklemek de mümkün olmayacaktır.

Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı denilince ilk akla gelen, yargı erkinin yasama ve yürütme erklerinin karşısında bağımsız ve tarafsız olması, yani kuvvetler ayrımı ilkesinin kabul edilmiş olmasıdır.

Yürürlükte olan 1982 Anayasasının başlangıç kısmının 4’üncü paragrafında kuvvetler ayrılığı, “devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu” şeklinde ifade edilmiştir.

Anayasaya bir bütün olarak bakıldığında, normatif olarak kuvvetler ayrılığının hemen bütün unsurlarının kabul edildiği görülmektedir. Ancak, normatif düzenleme ile uygulama ne kadar uyuşmaktadır? sorusu tarihi süreçte her zaman gündeme gelmiştir.

Önemli olan, normatif olarak kuvvetler ayrılığının kabul edilmesi değil, özellikle yasama ve yürütme erkinin kuvvetler ayrılığının gerektirdiği davranışlara riayet etmesidir. Zira kuvveler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bakımından olmazsa olmaz ilkelerden birisi olarak kabul edilmektedir.

Elbette yargı erkinin, siyasal iktidar ve yasama organı dışında kalan diğer güç odaklarının etkisinden de kurtarılması gereklidir. Bu bağlamda, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında görülen, yargıya, tarikat-cemaat yapılanmasının hâkim olması en güzel örnek olarak hâlâ hafızalarda tazeliğini muhafaza etmektedir.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanmasında, yasama ve yürütme erklerinin yanında diğer güç odaklarının yargıya hâkim olmasına engel olmak için geçmişten ders almak, gelecekte de benzer yapılanmaların yargıya hâkim olmasına engel olacaktır.

Zira bağımsızlığı hususunda ciddi endişe bulunan bir yargıdan adil kararlar beklemek, kişi hak ve özgürlüklerinin güvencesi olacağını beklemek mümkün değildir. Mülkün, yani devletin temeli olarak kabul ettiğimiz adaletin sağlanamaması, devletin bekası bakımından da ciddi endişe yaratacaktır.

Yargı bağımsızlığının olmadığı yerde, hukuk devleti ilkesinden bahsetmek mümkün değildir. Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün veciz ifadesi ile, “adalet gücü bağımsız olmayan bir ulusun, devlet olarak bağımsızlığı söz konusu değildir.”.

II. Ehliyet ve Liyâkat

Uzun zamandan beri adli yıl açılışlarında, hâkim ve savcıların ehliyet ve liyakati ile ilgili serzenişte bulunulmaktadır. Elbette, hâkim ve savcılar kadar dillendirilmese de adil yargılamanın üçüncü ayağı olan Avukatların durumu da hâkim ve savcılardan pek farklı değildir.

Hâkim ve savcıların liyakati ile ilgili problemin temelinde, hukuk eğitiminin yattığı hususu aşikârdır. Lisans, lisans üstü ve meslek içi eğitimde gün geçtikte geri gidiş olduğu görülmekte, her yıl bir önceki yıl aranır olmaktadır.

Hâlihazırda, Türkiye’de eğitim-öğretim yapan hukuk fakültesi sayısı 85 olup, kuruluş kanunu çıkmasına rağmen henüz öğretime başlamamış ve fakat birkaç yıla kadar öğrenime başlayacak olanlar da nazara alındığında 100’ün üzerinde hukuk fakültesinin olduğu görülmektedir.

Hukuk Fakültelerinde taban puan uygulaması, çok düşük puanlarla hukuk fakültelerine girişin önüne geçmiştir. Buna rağmen, 2017 yılı LYS kontenjanlarına bakıldığında, alınan öğrenci sayısı 16.000 civarında olduğu görülmektedir.

Buna, LYS kapsamında öğrenci almasına rağmen, taban puan uygulaması dışında tutulan ve diplomaları Türkiye’de geçerli olan KKTC’de bulunan hukuk fakülteleri dâhil değildir. Bunun yanında, balkanlarda kurulan ve hiçbir sınava tâbi olmadan öğrenci kabul eden hukuk fakülteleri de nazara alındığında, sayı (150 civarı) oldukça fazlalaşmaktadır.

Yargıda liyakatin sağlanabilmesi, lisans, lisans üstü eğitim (yüksek lisans ve doktora) ve meslek içi eğitimin kalitesi artırılmadan sağlanamaz. Hemen her adli yıl açılışında, yargılamanın taraflarının liyakat eksikliğinden bahsetmelerine rağmen, çözüm önerilerine şahit olamıyoruz.

Biz de, yargılamanın tarafları olan hâkim, savcı ve avukatların yeterli eğitim almadıkları kanaatindeyiz. Hukuk eğitimini üç farklı başlıkta ele almakta fayda vardır.

A) Lisans Eğitimi

Devlet veya vakıf üniversitesi ayrımı yapılmadan, Türkiye’de eğitim-öğretim yapan hukuk fakültelerinin birçoğunun durumu içler acısıdır. Öyle ki, akademik kadrosunda profesör bulunmayan hukuk fakülteleri bulunduğu gibi, hiçbir akademik deneyimi olmayan, dışardan lisansüstü eğitimini tamamlamış öğretim üyelerinin sayısı da azımsanamayacak orandadır. Bu fakültelerde, lisans eğitiminin yanında lisansüstü eğitim verilmesi de başka bir garabettir.

Yargıda görev yapan hâkim ve savcılar ile yargının bir parçası olan avukatların yeterli bilgi birikimine sahip, liyakatli kişilerden oluşması gerektiği hususunda görüş birliği bulunmaktadır. Ancak çözüm yolu önerileri ile karşılaşılmamaktadır.

Biz MHP olarak, hâkim ve savcıların eğitiminin yetersizliği değil, genel olarak hukuk fakültelerinin eğitim-öğretim sisteminin yetersiz olduğu kanaatindeyiz. Bu sebeple hukuk eğitiminde acilen köklü değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Her adli yıl açılışında ya da hukuk eğitimi ile ilgili her konuşmada yetersizlikten bahsetmek, problemin çözümüne katkı sağlamamaktadır. Bu sebeple, biz çözüm önerilerimizi kamuoyu ile paylaşmayı uygun görüyoruz.

Ülkemizde ve KKTC’da eğitim veren Hukuk fakültelerini kapatamayacağımıza (her fırsatta da yeni hukuk fakültesi açtığımıza) göre, eğitim sistemi ya da eğitimin tamamlanmasından sonra mesleğe kabul ile ilgili önlemlerin alınması gereklidir.

Hukuk eğitiminde köklü değişiklikler yapılması zaman alacağından, öncelikle kısa vadede alınması gerekli önlemlere yönelik önerilerimizi kamu oyu ile paylaşmakta fayda vardır.

Konuyla ilgili herkesin malumu olduğu gibi, mevcut uygulamada, hukuk fakültesi diplomasına sahip bir kişi, bir yıllık staj sonunda (stajın ciddi yapılmadığı da bilinmektedir) herhangi bir sınava tâbi tutulmadan avukat olarak göreve başlayabilmektedir.

Hâkim ve savcılar ise, test usulü ile yapılan merkezi sınavda başarılı olması hâlinde (ki başarı kavramının da içi boşaltılmıştır), kısa dönem staj sonunda (şu anda 1 yıl) atanabilmektedir. Bu durum, hukuk eğitiminin yetersiz olması ile birleştiğinde liyakat sorununun kaynağı da tespit edilmiş olacaktır.

Her hukuk fakültesinde verilen eğitimin aynı seviyede olmadığı, ilgili tarafların kabulüdür. Bu sebeple, acilen, hukuk fakültesi diplomasına sahip kişilerin, fakülte diploması ile hukukçu olarak mesleki faaliyette bulunabilmelerinin önüne geçilmesi gerekir. Bizim bakış açımıza göre, fakülte diplomasına sahip olanları, merkezi bir sınava tâbi tutmak ve başarılı olanları hukukçu sıfatı ile mesleğe kabul etmek gereklidir.

Yapılacak merkezi sınavda, öğrencinin hukuk bilgisini ölçen test sorularının yanında (imkân olsa da klasik soru sorulabilse çok daha iyi olur) Türkçe kullanım bilgisi ve muhakeme yeteneği bağlamında klasik sorular da sorulmalıdır. Bu merkezi sınav, bir anlamda, mesleğe kabul sınavı olacaktır.

Yapılacak merkezi sınavların, fakülte müfredatında okutulan dersler kapsamında olması gereklidir. Aksi hâlde, bu sınavlara hazırlık bağlamında yeni kursların açılmasına ortam hazırlanmış olacaktır, ki muradımız asla bu yönde değildir.

Yapılacak merkezi sınavlarda başarılı olan öğrenciler, hukukçu sıfatı ile mesleklerini icra edebilmelidir. Elbette her bir meslek için, o mesleğe yönelik yapılması gereken sınav ya da stajda da başarılı olanlar ilgili mesleğe kabul edilmelidir.

Bu şekilde merkezi sınav sisteminin kabul edilmesi hâlinde, bir kısım problemlerle karşılaşılacaktır. Bunların başında, başarısız olan öğrencilerin durumunun ne olacağı akla gelecektir. Bu kişiler, hukuk fakültesi mezunu olmalarına rağmen, hukukçu sıfatı ile mesleki faaliyette bulunamamalıdırlar.

Uzun dönemde ise, mevcut hukuk eğitim sistemi kökten değiştirilmelidir.

B) Lisans Üstü Eğitim

Hukuk alanında lisans üstü eğitim de kısa dönem ve uzun dönem olarak iki başlıkta ele alınmalıdır.
Kısa dönemde, lisans üstü eğitime öğrenci kabulünü ele almakta fayda vardır. Yüksek lisans eğitimi için her fakültenin kendi sınav yapması yeterli olacaktır.

Hukuk alanında doktora eğitiminde farklı bir yöntem uygulanması isabetli olacaktır. Çünkü doktora eğitimi, akademik çalışma yapabilmenin en önemli aşamasıdır. Ancak maalesef, lisans seviyesi için yapılan eleştiriler, aynı şekilde doktora aşaması bakımından da geçerlidir.

Bu sebeple, tıp fakültesi mezunları için açılan TUS benzeri bir sınavla hukuk alanında doktora eğitimi için öğrenci kabul edilmelidir. Öğrencilere, açılacak sınavlarda tercih imkânı tanınmalı ve öğrenci tercih ettiği fakültede doktora eğitimini yapabilmelidir.

Doktora eğitiminin ders aşamasının tamamlanmasından sonra yapılacak yeterlik sınavı ve sonrasında hazırlanacak tez için jüri tespiti merkezi olarak yapılmalıdır. Bu şekilde, kayırmacılığın da önüne geçilmiş olacaktır.

Elbette doktoranın tamamlanmasından sonra, unvanın kullanılabilmesi için, hazırlanan tezin yayımlanmış olması şartı da getirilmelidir.

C) Mesleğe Kabul aşamasında Staj ve Meslek İçi Eğitim

Merkezi sınavda başarılı olan öğrencilerin yapmak istedikleri mesleğe kabul için yapılacak sınavlarda da başarılı olmaları hâlinde, mesleğin gerektirdiği uygulama bilgi ve becerisinin kazanılabilmesi için, göstermelik değil gerçek anlamda staj eğitimi yapılmalıdır.

Stajın tamamlanmasından sonraki aşamayı avukatlar ile hâkim ve savcılar bakımından ayrı ayrı ele almakta fayda vardır.

Avukatlık stajını tamamlayanlar, merkezi sınav sonucunda başarılı olmaları hâlinde avukat sıfatını elde etmeli ve fakat belli bazı davaları alabilmeli, mesleki tecrübe kazandıkça alacakları davaların kapsamı genişletilmelidir.

Örneğin, yeni göreve başlayan bir avukatın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren bir yargılamada avukatlık görevini ifa edememelidir.

Hâkimlik ve savcılık mesleğine kabul için hazırlanan sınavlarda, hukuk fakültesi müfredatının geneli nazara alınmalı, müfredatta yer alan hiçbir ders kapsam dışı bırakılmamalıdır.

Hâkimlik mesleğine yönelik stajını tamamlayan kişiler, derhal bağımsız karar verecek konumda olmamalı, belli bir süre heyet hâlinde çalışan mahkemelerde görev yaptıktan sonra, bağımsız karar verecek mahkemelerde hâkim olarak görevlendirilmelidir. Benzer bir durum savcılar için de geçerlidir.

Belli bir süre, birden fazla savcının görev yaptığı yerlerde çalışması sağlanmalıdır. Durumun ciddiyetinin algılanabilmesi için Yargıtay başkanı Sayın İsmail Rüştü CİRİT beyin, 2017 adli yıl açış konuşmalarında verdikleri istatistiki bilgiyi burada tekrarlamakta fayda var. Mevcut hâkim ve savcıların %43’ünün, Yargıtay’da görev yapan tetkik hâkimlerinin %37’sinin 2013 yılından sonra göreve başlayan hâkim ve savcılardan oluştuğu ifade edilmiştir.

Hâkim ve savcıların meleğe kabulü öncesindeki staj aşamasında ve mesleğe kabul sonrası meslek içi eğitimde Türkiye Adalet Akademisi önemli bir işleve sahiptir. Türkiye Adalet Akademisi, alanında yetkinliği hususunda genel kabul gören öğretim üyeleri ile yüksek yargıda görev yapan üyelerin ders verdiği bir kurum olarak yapılandırılmalıdır.

Dersler teori ve uygulama boyutu ile verilmeli ve başarısız olan adaylar, mesleğe kabul edilmemelidir. Meslek içi eğitimler, belli aralıklarla tekrarlanmalı ve devamlılık arz etmelidir. Meslek içi eğitimlerde başarısız olan hâkim ve savcılara müeyyide uygulanması yoluna gidilmelidir.

III. Hâkim ve Savcıların Mali Durumunun İyileştirilmesi

Hâkimlik ve savcılık mesleğini icra edecek kişilerin, mali açıdan sıkıntı yaşamaması için gerekli mali desteğin yapılması gereklidir. Zira hemen her adli yıl açılışında hâkim ve savcıların mali durumunun kötü olduğu yönünde yakınmalarla karşılaşılmaktadır.

Hâkim ve savcıların mali durumu iyileştirilirken, hukuk fakültesi öğretim üyelerinin durumunun da hâkim savcılara paralel olması yolunda adımlar atılmalıdır. Zira akademisyenlik, hâkimlik ve savcılık sınavlarında başarılı olmayan kişiler için alternatif meslek hâline gelmemelidir. Aksi hâlde, hukuk eğitimine yönelik eleştiriler devam edecektir.

MHP olarak, yargının problemlerinin bir an önce çözüme kavuşturulması gerektiği kanaatinde olduğumuzu ve önerilerimizin takipçisi olacağımızı kamu oyuna saygıyla arz ederiz.” dedi.