Dolar 32,5004
Euro 34,6901
Altın 2.496,45
BİST 9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 19°C
Parçalı Bulutlu
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Paz 20°C
Pts 22°C
Sal 24°C
Çar 22°C

ASIL PARALEL AKP VE ORTAĞI PKK’DIR

ASIL PARALEL AKP VE ORTAĞI PKK’DIR
16/09/2014 17:53
A+
A-

Yılın röpörtajını Ortadoğu Gazetesi yazarı Orha KARATAŞ’a veren MHP lider dr. Devlet Bahçeli güdemi değiştiren açıklamalrda bulundu.

 

BAŞBAKAN çok ciddi kafa karışıklığı yaşıyor. Aslında kendisi çok zor durumda. Zira Erdoğan, Davutoğlu’nu baştan ayağa hakimiyeti altında tutuyor. Başbakan kendi şahsiyet ve siyaset prensiplerine göre hareket etmezse, çok çabuk söner, kısa sürede anlamını kaybeder. Bizi ilgilendiren pek tabii Başbakan ve Hükümeti’nin ne olacağı değil. Davutoğlu iradesini ipotek ettirdiği sürece özgül ağırlığını gösteremez. Bağımlı ve vesayet altında kaldığı sürece inandırıcı ve etkili olamaz.

 

BAŞBAKAN Davutoğlu, projedir, ama yanlış bir projedir. Erdoğan’la birlikte BOP’un Türkiye cuntası, emperyalizmin Türkiye şubesidir. Davutoğlu, çok yapay duruyor. Çok yapmacık konuşuyor. Ağzından çıkan birçok şeye inanmadığı, içinin sinmediği besbelli. Her halinde aşırı bir Erdoğan özentisi hissediliyor. Bu kendisi adına bir kayıp ve zaaftır. Çünkü kendine has bir tutum ve tavır geliştirememiş siyasetçilerin devamlılığı olamaz.

 

DAVUTOĞLU, Erdoğan olduğu ve izin verdiği müddetçe bir varlık ihtiva eder. Şunu çok net söylemeliyim ki, bir liderin meşru olması, halkın ona meşruluk atfetmesine bağlıdır. Henüz millet Davutoğlu’na meşruluk vermedi. 62. Hükümet sandıktan da çıkmadı, egemenliğin ve iradenin sahibi aziz milletimizden onay almadı. Bu nedenle Başbakan ve Hükümeti’nin bir ayağı aksamaktadır.

 

DAVUTOĞLU, kısa zaman içinde birçok pot kırdı. Mesela Konya’da, ‘bu topraklarda bir daha kardeş kardeşi kırmayacak’ diyerek tarihi bir hataya imza attı. Ayrıca dedi ki, ‘ne olursa olsun, bu ülkede hiçbir başbakan, herhangi bir mahkeme önünde hesap vermek zorunda kalmayacak.’ Bir insanın zihni bulanık, milli şuuru kapalı, dili ve kalbi mühürlü olunca işte böyle olur. Bu topraklarda kardeş kardeşi öldürdü de biz mi kaçırdık? Bu topraklarda kardeş kardeşe kıydı da biz mi görmedik? Başbakan ne diyor, ne söylemeye çalışıyor? Bu nasıl bir şaşkınlık ve şaşı bakıştır?

 

‘DEVLET değil demokrasi istiyoruz’ diyerek ihaneti yedirmeye çalışanların gönlü okşanıyor. Kafama takılıyor, demokrasi isteyenler, bugüne kadar hangi demokratik mekanizmalardan dışlandı? AKP’nin piyonu olarak Cumhurbaşkanı seçimine katılan HDP Eşbaşkanı demokratik ambargoyla mı karşılaştı? Vatandaşları ölüm tehdidiyle oy kullandıranlar, gözdağlarıyla parti binalarını kundaklayanlar neyin demokrasisinden bahsediyor? Bence bu güruh, demokrasiden önce insanlık öğrensin, özgürlükten önce vicdanlı olmayı denesin.

 

BAŞBAKAN büyük bir gafletin pençesindedir. Kimse Kürt kökenli kardeşlerimizi PKK’yla aynı karede gösterme densizliğine sürüklenmemelidir. Kürt kökenli kardeşlerimiz bu milletin asil, onurlu ve eşit mensuplarıdır. Kardeş katilleri değil, kardeşlik düşmanları bugün Hükümet’in dizinin dibindedir. Davutoğlu cesareti varsa asıl katillere dönmeli ve gereğini yapmalıdır.

 

‘PKK sınır dışına çıkıyor’ derken, devlet bölgeden geri çekildi. Büyük bir zulmetle karşı karşıyayız. Akıl-sır almıyor, milli değerlerimizi ve milli varlığımızı imha etmek için fütursuzca mücadele veren AKP’ye Türk milleti ne zamana kadar destek verecektir? Recep Tayyip Erdoğan’a daha ne kadar tahammül edilecektir? Birkaç silahlı ile bir dağ başını tutan herkes Türk Devleti’ne ve Hükümeti’ne kök mü söktürecektir?

 

 

Orhan Karataş: Yeni Başbakan Davutoğlu’nun restorasyon kelimesi bayağı konuşuldu. Siz Davutoğlu’nun kongre konuşması başta olmak üzere, başka platformlarda devamlı surette restorasyon vurgusunu nasıl yorumluyorsunuz?

Devlet Bahçeli: Restorasyon kelime anlamı itibariyle yenileme demektir. Taze Başbakan telaşlı bir ruh haliyle sürekli restorasyondan bahsediyor. Gerçi bunu yeni de yapmıyor. Dışişleri Bakanlığı döneminde de bu kavramı epey kullandı.

Fakat beş yıllık bakanlığı döneminde her şeyi eline-yüzüne bulaştırdı. Şimdi Başbakan, restorasyon özlemi çekiyor, 9 maddelik ihya ve inşa sürecinden bahsediyor. Eğer Davutoğlu, restorasyon diyorsa, yani yenilenmeyi övüp buna umut bağlıyorsa, yeni Türkiye’yi yok sayıyordur.

Nitekim yeni başka, yenileme başka bir şeydir.

Başbakan çok ciddi kafa karışıklığı yaşıyor. Aslında kendisi çok zor durumda. Zira Erdoğan, Davutoğlu’nu baştan ayağa hakimiyeti altında tutuyor.

Davutoğlu, akademik ve entelektüel nitelikli kavramlarla Türkiye’yi yöneteceğini sanıyor. Yandaş ve havuz medyası yeni Başbakan’ı göklere çıkarıyor. Şöyle alim, böyle bilgili diye yandaşlar propaganda fırtınası estiriyor.

Elbette bilime ve bilim adamına saygı duyarım. Fakat Türk milleti allame istemiyor; sorunlarına reçete, dertlerine deva bekliyor.

Başbakan kendi şahsiyet ve siyaset prensiplerine göre hareket etmezse, çok çabuk söner, kısa sürede anlamını kaybeder.

Bizi ilgilendiren pek tabii Başbakan ve Hükümeti’nin ne olacağı değil.

Davutoğlu iradesini ipotek ettirdiği sürece özgül ağırlığını gösteremez. Bağımlı ve vesayet altında kaldığı sürece inandırıcı ve etkili olamaz.

Orhan Karataş: Başbakan Davutoğlu hiç umut vermiyor mu?

 

”BAŞBAKAN DAVUTOĞLU, PROJEDİR, AMA YANLIŞ BİR PROJEDİR”

Devlet Bahçeli: Niye ve nasıl versin? Erdoğan’ın siyasi çevresinde uydu gibi dönen bir Başbakan nasıl siyasi otorite kuracak?

Davutoğlu başkasının yazdığı senaryoda sadece baş aktörlük yapıyor.

Atanmış Başbakan olması, Erdoğan’ın siyasi çıkarlarına uygun adımla hizmet etmesi kendisi adına talihsizliktir.

Başbakan Davutoğlu, projedir, ama yanlış bir projedir.

Erdoğanla birlikte BOP’un Türkiye cuntası, emperyalizmin Türkiye şubesidir.

Orhan Karataş: Sayın Davutoğlu’nun Başbakan olduğu günden bugüne kadar yaptığı konuşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

”DAVUTOĞLU, ERDOĞAN OLDUĞU VE İZİN VERDİĞİ MÜDDETÇE BİR VARLIK İHTİVA EDER”

Devlet Bahçeli: Afaki ve eften-püften konuşmalar olarak görüyorum. Çünkü Başbakan’ın sözleri kendisine ait değil. Hükümet Programı’nın çerçevesi bile Erdoğan tarafından belirlendi.

Davutoğlu çok yapay duruyor. Çok yapmacık konuşuyor. Ağzından çıkan birçok şeye inanmadığı, içinin sinmediği besbelli.

Her halinde aşırı bir Erdoğan özentisi hissediliyor. Bu kendisi adına bir kayıp ve zaaftır. Çünkü kendine has bir tutum ve tavır geliştirememiş siyasetçilerin devamlılığı olamaz.

Davutoğlu, Erdoğan olduğu ve izin verdiği müddetçe bir varlık ihtiva eder. Şunu çok net söylemeliyim ki, bir liderin meşru olması, halkın ona meşruluk atfetmesine bağlıdır.

Henüz millet Davutoğlu’na meşruluk vermedi. 62. Hükümet sandıktan da çıkmadı, egemenliğin ve iradenin sahibi aziz milletimizden onay almadı.

Bu nedenle Başbakan ve Hükümeti’nin bir ayağı aksamaktadır.

Ayrıca Davutoğlu kısa zaman içinde birçok pot kırdı. Mesela Konya’da, ‘bu topraklarda bir daha kardeş kardeşi kırmayacak’ diyerek tarihi bir hataya imza attı.

Ayrıca dedi ki, ne olursa olsun, bu ülkede hiçbir başbakan, herhangi bir mahkeme önünde hesap vermek zorunda kalmayacak.

Yani üstünlerin, güçlülerin, zalimlerin hukuku. Başbakan çalacak, soyacak, ihanet edecek; mahkeme önüne çıkmayacak, olacak şey mi? Erdoğan örneğine bakarak kimse hayale kapılmasın, suçlular, kanun kaçakları, rüşvetçiler millete değil, mahkemeye hesap verir.

Bir insanın zihni bulanık, milli şuuru kapalı, dili ve kalbi mühürlü olunca işte böyle olur.

Bu topraklarda kardeş kardeşi öldürdü de biz mi kaçırdık? Bu topraklarda kardeş kardeşe kıydı da biz mi görmedik? Başbakan ne diyor, ne söylemeye çalışıyor? Bu nasıl bir şaşkınlık ve şaşı bakıştır?

Bu topraklarda PKK’lılar yıllarca; Mehmetçikleri, polisleri, masum insanlarımızı hayasızca katletti. Davutoğlu, PKK’yı kardeş görüyorsa, PKK’lı teröristleri kardeşlikle taltif ediyorsa niyetini açık açık söylemelidir.

Başbakan büyük bir gafletin pençesindedir. Kardeş kardeşe ateş açmıyor, PKK terör örgütü Türk milletinin bin yıllık kardeşliğini yıkmaya çalışıyor. Bu ülkenin harcı olan kardeşlik hukuku hainlerin ateşi altındadır. Kimse Kürt kökenli kardeşlerimizi PKK’yla aynı karede gösterme densizliğine sürüklenmemelidir.

Kürt kökenli kardeşlerimiz bu milletin asil, onurlu ve eşit mensuplarıdır.

Kardeş katilleri değil, kardeşlik düşmanları bugün Hükümet’in dizinin dibindedir.

Davutoğlu cesareti varsa asıl katillere dönmeli ve gereğini yapmalıdır.

Davutoğlu PKK’lıları kardeş görüyorsa, kardeşliğin epistemolojik kaynaklarına inmeli, ontolojik tahlilini tez elden bir kez daha yapmalıdır.

Orhan Karataş: Yeni Hükümet’in çantasında birçok konu başlığı var.

 

Devlet Bahçeli:  Ama bunların hiçbirisi sahici ve milli değil.

Orhan Karataş: Efendim, Hükümet’in yeni anayasa, yeni Türkiye hedefi malum. Bir de çözüm süreciyle ilgili ısrarı fazlasıyla görülüyor. Siz buna ne diyorsunuz?

 

”SÖZDE ÇÖZÜM SÜRECİNDE, PKK, AKP’YE SİLAH ÇEKMİŞ VE REHİN ALMIŞTIR”

Devlet Bahçeli: Az önce ifade ettim, sözde çözüm süreci yeni Türkiye’nin açılan kilidi olarak formüle ediliyor. Aslında açılan kilit değil, milli varlığımızdır. Açılan kilit değil, huzur ve bekamızdır. Açılarak yırtılan Türkiye ve Türk milletinin bizatihi kendisidir.

 

7 Eylül günü gece geç saatlerde, Muş-Bulanık Erentepe Beldesi Çataklı Köyüne gelen PKK’lılar, köy halkını camide toplayarak propaganda yapmışlar ve köylülerin kendilerine destek vermelerini istemişlerdir.

Arkasından da köyden birisi kız olmak üzere yaşları 12 ila 15 arasında olan 10 çocuğu yanlarına alarak kalleşçe götürmüşlerdir.

6 Eylül’de kimliği meçhul üç bölücü şahıs, Ağrı-Taşlıçay Bayıraltı Köyü İlköğretim Okulu duvarında asılı bulunan Atatürk maskına ve sınıflara zarar vererek, bayrak direğinde bulunan Türk Bayrağını aşağı indirip parçalamışlardır.

5 Eylül günü, bölücü teröristler, Bingöl-Genç Gerçekli Köyü mülkî sınırları içerisinde bir vatandaşımızı adice öldürmüşlerdir.

22 Ağustos günü Bitlis Tatvan’da, emekli gemi kaptanı olan değerli ülküdaşımız Tillo Uçak, evinin önünde PKK tarafından şehit edilmiştir.

PKK terör örgütü, 21 Temmuz’dan beri, biri Teğmen, beşi asker, ikisi de polis olmak üzere yedi evladımızı hunharca şehit etmiştir.

PKK, yine vatandaşlarımızı kaçırıyor. Yine askeri birliklere taciz ateşi açıyor. Yine santral ve şantiye basıyor, gasp yapıyor, şiddet kusuyor.

PKK halen yol kesiyor, yakıyor, yıkıyor, vergi adı altında haraç alıyor, kimlik kontrolü yapıyor, dağa çocuk kaçırıyor, hainlikte sınır ve eşik tanımıyor.

 

Fakat AKP suspus, TSK ise siperden başını uzatamıyor.

Polisler şehirlerde kendi güvenliğini sağlamaktan aciz. Vali ve kaymakam deseniz onlar hepten kayıp.

Terör durmuyor, bölücülük alan hâkimiyetini hem derinleştiriyor, hem genişletiyor.

Diyarbakır Lice’de PKK militanı Mahsum Korkmaz’ın heykeli dikiliyor, Türk bayrağı indiriliyor, Atatürk büstleri saldırıya uğruyor.

Bölücüler her türlü alçaklığı sergiliyor.

Peki çözüm bu mudur, barış böyle mi olacaktır?

 

Teslimiyet, taviz ve boyun eğme ne zamandan beri çözüm olarak sunuluyor?

Çözüm süreci PKK’yı azdırmış, silahlandırmış ve diriltmiştir. Bunu afaki söylemiyorum, yaşananlara ve şahit olduklarımıza bakarak ifade ediyorum.

AKP Hükümeti, geçen yılın ilk aylarından itibaren analar ağlamayacak, şehit haberleri gelmeyecek dedi, yalan çıktı.

PKK silahları bırakacak dedi, sınır dışına çıkacak diye attı tuttu, yalan çıktı.

Ülkenin her yanında 63 sözde akili dolaştırdılar, PKK’nın propagandasını yaptırdılar, terör bitecek dediler, aslı astarı çıkmadı.

Suriye’yi dahi köy köy izlediklerini söyleyen dönemin Dışişleri Bakanı, bugünün Başbakanı PKK’nın eylem ve saldırılarını kulak ardı yaptı.

 

Süreç ihaneti her gün bir değerimizi öğüttü. Sürdürülen rezil müzakereler Türk devletinin prestij ve itibarını, Türk milletin hak ve hukukunu sabote etti.

Çözümün gerçekte ne olduğunu, neye hizmet ettiğini ne AKP, ne de Erdoğan asla açıklayamadı.

PKK dayatarak yasa çıkarttı, İmralı canisi buyurdu Hükümet ‘tamam’ dedi. Yeni Türkiye denilen korkuluk İmralı ve Kandil hattında kurgulandı, Erdoğan’a ısmarlandı. Bu hazin bir durum, kahredici bir sonuç değil midir?

Kesin olan bir şey varsa o da şudur: AKP, Türk milletini kandırmış, aldatmış ve güvenini suiistimal etmiştir.

Sözde çözüm sürecinde, PKK, AKP’ye silah çekmiş ve rehin almıştır.

Dünya lideri Erdoğan, PKK karşısında sessizliğe gömülmüş, bölücülüğün kirvesi olmaya neredeyse talip olmuştur.

 

Ağrı’da Hava Şehitleri Anıtı’na ve Kazım Karabekir ismine dahi katlanamayanlarla AKP dostluk çemberinde buluşmuştur.

‘Çözüm zarar görür’ diyerek Türk devletinin eli-kolu bağlanmış, güvenlik güçlerimizin önüne geçilmiştir.

‘Süreç yara alır’ diyerek, Türkiye’nin bekası feda edilmiş, ihanete özgürlük ve demokrasi boyası sürülmüştür.

Maalesef ki, süreç PKK’yı kudurtmuş, bölücülüğü serbest bırakmıştır.

 

Bu içler acısı bir durum değil midir? Bu bir hüsran değil midir? Bu bir bozgun hali değil midir?

PKK, vatanımızın belli bir kesiminde kontrol bende diyor, Erdoğan ve Davutoğlu ise yeni Türkiye siparişini nasıl hayata geçiririz onun derdiyle uğraşıyor.

DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, PKK’nın en güçlü dönemini yaşadığını savunuyor, isterse savaşa yöneleceğini söylüyor, ama Erdoğan çözümden taviz vermeyiz diyerek kurumuş ve beton dökülmüş vicdanını teskin ediyor.

Eski yıkım bakanı, yeni AKP sözcüsü Beşir Atalay; “süreçte tıkanma yok” diyor, “İmralı’yla diyalog kararlılıkla sürdürülüyor, sapma yok” diyerek Türk milletinin şah damarına basıyor. Gerçekten böyle bir şahsiyetin siyasette söz sahibi olması ayıptır, rezilliktir.

İmralı canisinin müzakere şartlarının iyileştirilmesi, sekretarya verilmesi, çetesiyle direkt görüşmesi, kimlik ve statü dayatması, medya ile buluşması, farklı heyetlerin adaya gidişi talep ediliyor, AKP etap etap bunları karşılamak için düğmeye basıyor.

 

Kandil’le doğrudan görüşülüyor, buna karşılık kamuoyu alıştırılıyor, ısındırılıyor.

PKK silahlı militanlarını diri tutarken, güvenlik güçlerimiz moral ve motivasyonsuzluk yaşıyor. Elbette AKP Hükümeti kasırga gibi Türkiye’nin ufkunu, vatanın taptaze havasını, milletin heyecan ve ülkülerini kapatıyor.

Bölücü Demokratik Toplum Kongresi, ey rakip isimli terör marşıyla, “Demokratik Ulusu ve Özgür Yaşamı İnşa Ediyoruz” iddiası altında 7. Olağan Kongresi’ni yapıyor, AKP ise buna çanak tutuyor.

 

‘Devlet değil demokrasi istiyoruz’ diyerek ihaneti yedirmeye çalışanların gönlü okşanıyor.

Kafama takılıyor, demokrasi isteyenler, bugüne kadar hangi demokratik mekanizmalardan dışlandı? AKP’nin piyonu olarak Cumhurbaşkanı Seçimi’ne katılan HDP Eşbaşkanı demokratik ambargoyla mı karşılaştı?

Vatandaşları ölüm tehdidiyle oy kullandıranlar, gözdağlarıyla parti binalarını kundaklayanlar neyin demokrasisinden bahsediyor?

Bence bu güruh, demokrasiden önce insanlık öğrensin, özgürlükten önce vicdanlı olmayı denesin.

Hainden demokrat, haram yiyenden iktidar, katilden özgürlük savaşçısı olduğu müddetçe bu milletin başı beladan kurtulmaz.

 

Canibaşı bu melanet kongreye mektup gönderip; Kürdistan, özyönetim, demokratik ulus, öz güç, özgür toplum zırvalarını tekrarlıyor, bazı bölücüler özerklikten bahsediyor.

 

Bu ihanet kongresinin sonucunda; YPG ve HPG terörünün uluslararası mekanizmalar tarafından halk savunma gücü olarak tanınması ve PKK’nın terör örgütleri listesinden çıkartılması dillendiriliyor.

Türk devleti sürekli tehdit yiyor, sürekli azar ve hakaret görüyor. Bu yeni bir fetret dönemidir. Olanlar devlet olmanın inkarı, milletin hiçe sayılmasıdır.

PKK silah bırakacak derken, devlet silah bırakma noktasına geldi.

PKK sınır dışına çıkıyor derken, devlet bölgeden geri çekildi. Büyük bir zulmetle karşı karşıyayız.

Akıl sır almıyor, milli değerlerimizi ve milli varlığımızı imha etmek için fütursuzca mücadele veren AKP’ye Türk milleti ne zamana kadar destek verecektir?

Recep Tayyip Erdoğan’a daha ne kadar tahammül edilecektir?

Birkaç silahlı ile bir dağ başını tutan herkes Türk devletine ve Hükümeti’ne kök mü söktürecektir?

Biz böyle bir mantıkla bu coğrafyada nasıl yaşayacağız? Bilen varsa beri gelsin.

Bana kalırsa, AKP baş aşağı sallanan bir gerçekliktir.

SÖZDE HEDEF IŞİD, GİZLİ HEDEF TÜRKİYE’DİR

Orhan Karataş: Genelkurmay Başkanı süreçten haberim yok diyor. ‘Kırmızı çizgilerimiz aşılırsa gereğini yaparız’ mesajı veriyor. Samimi mi sizce?

 

Devlet Bahçeli:  Eğer Genelkurmay Başkanı bilmiyorsa felakettir, biliyor da zamana oynuyor, alt kadrolarının gazını alıyorsa daha büyük bir sorundur.

Arınç diyor ki, ‘MGK’da her şey konuşuldu, Özel Paşa’nın bilmemesi imkansız.’ Atalay diyor ki, ‘Henüz yol haritası hazırlanmadı, tamamlanınca herkes bilgilendirilecek.’ Erdoğan diyor ki, ‘Keşke bize söyleseydi.’ Tam bir keşmekeşlik hakim. Geçen yıl, ‘PKK sınır dışına çıkacak’ diyenler, Türk askerinin teröristleri görmeyeceğini, sırtını döneceklerini söylemiyorlar mıydı? TSK’nın, PKK’ya refakat etmesi için birileri el altından tezgah kurmuyor muydu?

TSK, Peygamber ocağıdır, ihanete prim vermesin. Omuzları yıldızdan görülmeyen zevat şehitlerin kemiklerini sızlatmasın. Özel görevliler Anayasa gereği Başkomutanlık yapana sevimlilik yarışına girmesin, fazla da güvenmesin.

 

Orhan Karataş: Süreç nereye gider? Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Devlet Bahçeli:  Allah muhafaza, ihanet süreci amacına ulaşırsa Türkiye çözülür.

Eve, siyasete ve hayata dönüş parolasıyla PKK’ya af gelir, İmralı canisi dışarı çıkar.

Türkiye’yi mevcut haliyle bir bütün içinde tutmak imkansızlaşır. Etnik dağılma devasa sorunlara, kayıp ve parçalanmaya ortam açar.

Üniter yapı gevşer ve hatta ortadan kalkar. Yeni Anayasa ısrarındaki maksatlardan birisi Erdoğan’ın Başkanlık hedefi ise diğeri özerkliğin inşasıdır. Davutoğlu buna memur edilmiştir.

Ancak Milliyetçi Hareket bu oldu-bittilere müsaade etmez. Dev gibi, dağ gibi bölünmenin karşısında Ötüken ruhuyla, Söğüt azmiyle, başkent Ankara şuuruyla dikilir.

Bizim bölünecek vatanımız, peşkeş çekilecek toprağımız, kaybedecek insanımız, heba ve israf edecek kardeşliğimiz yoktur. Bunu herkes bilsin.

Gün gelecek, bu devrin karanlık niyetlileri inanın bana köşe-bucak kaçacak ve yaptıklarının bedelini çok ağır ödemek durumuna kalacaklardır.

Mustafa Kemal, “Ben Erzurum’dan İzmir’e sağ elimde tabanca, sol elimde sehpa öyle geldim” diyerek bir mücadele kararlılığı sergilemişti.

‘Milliyetçi Hareket henüz son sözünü söylemedi’ derken, şaka yapmadım.

 

Orhan Karataş: Recep Tayyip Erdoğan Çankaya’ya çıktı. Ne diyorsunuz?

Devlet Bahçeli: Yanlışınız var, Çankaya’ya çıkmadı, yeni yapılan Ak Saray’a çıktı.  Erdoğan eski alışkanlıklarından kurtulamıyor. Kurtulmaya da niyetli görülmüyor.

Şu işe bakınız ki, AOÇ’de kaçak ve hukuksuz sözde saraylar yaptırıyor. Çankaya’yı küçümsüyor. Buna da ‘teamül değişikliği’ diyor. Bunun adına teamül değil korsanlık denir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a özel olarak yapılan ve 150 dönüme kurulu bulunan ve adına da ‘Ak Saray’ denilen yeni hanedan binası için bugüne kadar 900 milyon lira harcama yapıldığı söyleniyor. Bu rakamın son zamanlarda 1,1 milyar liraya çıktığı konuşuluyor.

Şimdi de Erdoğan ve ailesi için 3 katlı rezidans yapılıyormuş. Keyfe bakar mısınız?

Bu yeni binanın duvar ve tavanlarının Osmanlı ve Selçuklu motifleriyle süslendiği ifade ediliyor. Yani binaya tarihi bir kılıf giydiriliyor. Yazıktır bu millete, yazıktır betonlara gömülen yetim hakkına?

Erdoğan, daha önceden siparişini verdiği geniş gövdeli, uzun menzilli uçağıyla uçmaya başladı. Bu uçağın 120 milyon dolara alındığı da medyaya yansımış durumda.

Cumhurbaşkanlığı için yapılan diğer masraf kalemlerini de kabaca hesaba kattığımızda Erdoğan’ın Türkiye’ye 10 günde 1,5 milyar liralık bir ek külfet getirdiğini söyleyebiliriz. Bu rakamın fazlası vardır, eksiği yoktur.

Bu nasıl bir iştir? Şimdi bunu görmezden mi gelelim? Erdoğan milletin kesesinden geçiniyor. Hazine’yi emiyor, yutuyor. Bu kadar işsizimiz, yoksulumuz, dar gelirlimiz varken, bu kadar garibanımız, evsizimiz ortadayken bu olanlar hak mıdır, helal midir?

Allah için milletim bunları fark etsin.

Cumhurbaşkanı Türkiye’yi tapulu malı gibi görüyor. Her şeyi kendisine reva kabul ediyor.

Yarı aç, yarı tok gezen emeklilerimiz; siftah yapamayan esnafımız, ümitleri tarlasında kalan çiftçilerimiz, sofrası kuruyan asgari ücretlilerimiz, ayın başını getiremeyen memurlarımız, ölüm pahasına çalışan işçilerimiz herhalde Erdoğan’ın lüks düşkünlüğüne itiraz edeceklerdir.

Cumhurbaşkanı yanlış yoldadır. Biz Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı olmaz derken ne kadar haklı olduğumuz, zannediyorum şu kısa zaman zarfında daha iyi anlaşılmıştır.

Şikâyeti biriken, üst üste yığılan toplumsal dip dalgası haksızlıklar, adaletsizlikler ve ahlaksızlar karşısında sesini mutlaka duyuracaktır.

Erdoğan hiç düşündü mü acaba; insan sefalet içinde bahtiyar, refah içinde bedbaht olur mu?

Anadolu’da derler ya; “Yakasız gömleğe sarılırsın bir gün, iğneden ipliğe sorulursun bir gün.”

 

Orhan Karataş: Galler’deki NATO Zirvesi’nin kamuoyuna yansıyan sonuçları hakkında yorumunuzu alabilir miyim? 

Devlet Bahçeli: NATO Zirvesi’ne Ukrayna ve IŞİD’le ilgili gelişmelerin damga vurduğu anlaşılıyor. NATO, özellikle IŞİD’e karşı 10 ülkenin katılımıyla çekirdek koalisyon kurmanın peşinde. Tabii bu gönüllü bir oluşum. Çünkü NATO’nun kararları oy birliği ile alınır. Böyle bir mutabakatın olduğu da tam belli değil. Türkiye’nin ne yapacağı, hangi sözlerin verilip karşılığında nelerin alındığı henüz açıklığa kavuşmadı. Ya da biz bilmiyoruz.

ABD, Ortadoğu’da AKP’den marjinal doyum noktasına kadar istifade etmek istiyor, çekim alanında tutmayı amaçlıyor. Kaldı ki bunu da düne kadar iyi yaptı. AKP, BOP kanalı, medeniyetler ittifakı ve dinler arası diyalog derken Batı’nın girdabında eridi gitti.

NATO, IŞİD’e karşı bu kadar hassas da, niçin PKK’ya karşı pasiftir? Doğrudur, IŞİD bölgedeki devletleri, insanları ve inanç gruplarını tehdit etmektedir. Süratle önlem almak zorunludur. Ama aynı şey PKK için de geçerlidir. IŞİD için toplanan NATO, bir kere olsun PKK karşısında Türkiye’nin arkasında yer aldı mı? Bu nasıl bir müttefikliktir?

Türkiye’nin etrafındaki gelişmeleri edilgen ve pasif şekilde izleme şansı kalmadı. NATO şemsiyesi altında bölgede operasyon yapmak veya çekirdek koalisyona katılmak sonuçları itibariyle iyi hesaplanmalı. Ortadoğu’daki her olayın, her anlaşmazlığın, her husumetin ülkemize jeopolitik yansımaları oluyor. Mezhep ve etnik çekişmeler az ya da çok bize sıçrıyor.

IŞİD, aslında Türkiye’ye çevrilmiş bir namludur. Vatandaşlarımızdan bu örgüte katılımlar olduğunu değişik kaynaklardan okuyoruz. Irak’ta kurulan yeni hükümetin IŞİD’e karşı daha etkili mücadele vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte uluslararası toplumun eğilim ve tercihi de bu yöndedir.

Özellikle Sincar ve çevresinden binlerce Ezidi, kafileler halinde Türkiye’ye sığındı. Ağustos itibariyle ülkemize giriş yapan Suriyeli sığınmacı sayısı 1 milyon 370 bini buldu. Türkiye, bölgesel yangından anında etkileniyor. Coğrafyamızın avantajları olduğu gibi, dezavantajları da fazla. İbn-i Haldun asırlar önce boşuna söylemiş, coğrafya kaderdir.

Mazlumlara sahip çıkmak, kucak açmak insanlık vazifesidir. Ne var ki gelenler Türkiye’nin sosyal, kültürel ve ekonomik dokusuna zarar veriyorsa buna da izin vermemek asıldır. Ezidiler insandır, Hıristiyan inancına sahip olanlar insandır. Zorda kalanlara sırt dönmek bizim kültürümüzde yoktur.

Şunu da önemle ifade edeyim, gözyaşı döken, canı alınan, yerinden-yurdundan edilen Türkmen kardeşlerimize gösterilmeyen yakınlığın, değişik inanç gruplarına aşırı şekilde lütfedilmesi hayret edilecek bir çifte standarttır.

Bildiğiniz gibi Ortadoğu’da kan gövdeyi götürmektedir. AB, bölgeyi IŞİD’e karşı silahlandırmak için Fransa’yı görevlendirdi. Almanya ve diğer bazı ülkeler de ABD’yle danışıklı dövüş halinde peşmergeyi silahlandırıyor. IŞİD, bölgesel dinamikleri alt-üst etti. Düşününüz ki, bir terör örgütü NATO gibi bir teşkilatın gündeminde ilk sıralara çıkabiliyor.

Fakat IŞİD militan takviyesini çoğunlukla Batı ülkelerinden sağlıyor.Türkiye de teröristlerin bir geçiş güzergahına döndü.

AKP düne kadar radikal grupların hareketliliğine göz yumuyordu. Ancak zor oyunu bozdu. NATO, artık IŞİD’i hedef yapmış durumda.

IŞİD’i besleyip büyüten küresel güç merkezleridir. Önce bunu görmemiz gerekiyor. Bu terör örgütü bir kurgudur, bir maşadır. Kimlerin kullanım ve emrine kiralandığı da açıktır.

IŞİD terörü, kafa kesiyor, çarmığa geriyor, kitlesel infazlarla korku salıyor. Suriye’den Irak’a kadar terörle, klasik savaş taktikleriyle, devletleşme ve halifelik kurma hevesiyle bölgeyi karanlığa mahkûm ediyor.

Türkiye’nin IŞİD’e karşı oluşturulacak koalisyona gönülsüz yaklaştığı basına sızan haberlerden görülüyor.

Üç aya yaklaşan bir süredir 49 vatandaşımız IŞİD’in elindedir. Bu, hükümet için yüz karası bir ayıptır. AKP, IŞİD’e yakayı kaptırmış, eski ilişkilerinin diyetini ödemektedir.

Anlayamadığım bir şey var: Bilhassa Irak, Suriye, ABD ve peşmerge IŞİD’i bombalıyor ve bu terör örgütüne karşı mücadele veriyorlar. Bu örgüt nasıl bir güce sahiptir ki, kimse başa çıkamıyor?

NATO’nun devreye girmesi, Türkiye’yi de planlanan güce dahil etme niyeti ister istemez aklımıza başka ihtimalleri getiriyor.

Acaba diyorum, Kürdistan’ın pilot uygulaması olan peşmerge yönetimi tam olarak mücadeleyle, rüştünü ispatlayarak Irak’tan koparılmak mı isteniyor?

IŞİD, Barzani’ye gerekli olan sözde kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi için bir bahane mi? Küresel komplo, NATO üzerinden bunu mu sağlamaya çalışıyor?

Bugün peşmergeye verilen silahların yarın PKK’ya gitmeyeceğini kimse söyleyemez.  Çevremizde olanlar aynı zamanda PKK’ya silah verme kurnazlığını da içeriğinde barındırıyor.

Bana göre IŞİD’in sahipleri, terör baronları dört parçalı Kürdistan haritası için yol ve alan açıyor. Bu, sürekli konuşulan ve gündemde tutulan yüz yıllık haritaların yeni baştan tanzim teşebbüsüdür.

Gelişmeler, mücadelenin sadece IŞİD terörüyle değil, Ortadoğu’nun tümüyle yapıldığı ve yapılacağı izlenimi veriyor.

AKP, PKK’nın silahlara veda edeceğini söylerken, teröristlere dört bir yandan silah yağmasının da önünü açıyor. Baksanıza, HDP Eşbaşkanı yüzsüzce Türkiye’nin PKK’ya silah yardımı yapmasını öneriyor. Garip ve kuşku verici birçok gelişme hem içimizde hem de dışımızda cereyan ediyor.

Biz bunları dikkatle izliyoruz.

PKK’nın Ezidiler’in ve Hıristiyan unsurların yanında yer aldığı iddiaları da siyasi bir tasarım ve Batı kamuoyunun gözünü boyamak için projelendirilmiş bir kurgudur.

Oyun büyüktür. Tuzak vahşidir. Aktörler çok fazladır.

Uyarıyorum, IŞİD’le meşrulaşma koridoruna giren peşmerge ve PKK’ya altın tepsi içinde devlet olma imkanı sunmak için el altından yoğun mesai harcanmaktadır.

Bu işin içinde İsrail vardır, ABD vardır, AB ülkeleri vardır.

İran ve diğer bölgesel ülkelerin konumu ise şartlara göre olgunlaşacaktır.

Ama bize göre açık ve sözde hedef IŞİD; gizli ve örtülü hedef Türkiye’dir.

 

Orhan Karataş: NATO Zirvesi’nde Erdoğan’la Obama’nın görüştükleri biliniyor. Bu görüşmede Pensilvanya’da ikamet eden Fethullah Gülen’in iadesi birinci gündem maddesini oluşturmuş. Sizin düşüncelerinizi alabilir miyim?

Devlet Bahçeli: Cumhurbaşkanı ve yandaş medya Obama’yla yapılan görüşmeyi çok parlattı. Görüşme süresi bile bizzat Erdoğan tarafından gururla açıklandı. Pışpışlanan, sırtı sıvazlanan Erdoğan, NATO’nun telkinlerine karşı cemaati koz ve pazarlık konusu olarak kullanmıştır. Bu çok yanlış ve sakat bir tutumdur.

Deyim yerindeyse, Erdoğan; ABD’ye ‘Verin Gülen’i, kullanın Türkiye’yi’ demiştir.

Obama’yla soğuk ilişkileri düzelten veya düzelttiğini sanan Erdoğan; ABD’nin çıkarları gereğince sıcak yaklaşımını abartmış ve bir kez daha çuvallamıştır.

Erdoğan, Obama’yla son bir yılı aşan sıkıntılı ilişkilerin seyrini yakın diyaloğa bırakmasını “dün dünle gitti cancazım, şimdi yeni bir şey söylemek lazım” sözüyle müjdelemiş ve Hz. Mevlana’nın ruhunu sızlatmıştır.

31 Mart 2011 tarihinde yazılı bir basın açıklaması yapmış ve bazı dava süreçlerinde Sayın Gülen cemaati etrafında süren tartışmalara değinmiştim.

O tarihlerde bazı uygulamaların kasıtlı ve bilinçli şekilde bir merkezden yönetildiği, Fethullah Gülen Hoca ve cemaatinin bunların arkasında olduğu düşüncesinin yaygınlaştığını vurgulamıştım.

Ve devamla bu gelişmelerin Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ve Cemaati’ni zan ve töhmet altında bıraktığını ifade etmiştim.

Süregelen olaylarda Fethullah Gülen cemaatinin rolü olduğu kanaatinin giderek kök salması karşısında bazı değerlendirmelerde bulunmuştum.

Ve demiştim ki, “Eğer bu iddialarda bir hakikat payı varsa, bu durumda şu iki husus akla gelmektedir:

Fethullah Gülen Hocaefendi yurtdışındadır. Türkiye’deki cemaatin bu konuda bir dahli varsa, Hocaefendi’nin cemaat üzerinde tam olarak etki ve kontrol icra edemediği,  bilgisi ve iradesi dışında bazı unsurların bu işlere karışmış olacağı bir ihtimal olarak karşımızdadır.

Diğer akla gelen husus ise Türkiye’deki cemaatin başka odaklar tarafından yönlendiriliyor olabileceğidir.

Her iki ihtimal de çok vahimdir.

Bu durum karşısında Türkiye’nin geleceği bakımından ve Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaatinin zan altında kalmaması ve yıpranmaması düşüncesiyle Hocaefendi’nin bu konuda sessiz kalmayarak insiyatif almasının ve net ve kararlı bir tavır koymasının gerekli olacağı düşünülmektedir.

Hocaefendi ve cemaatinin kendilerini ilgilendiren ve hedef alan konularda nasıl hareket edecekleri, neyi yapmayı uygun görecekleri tabiatıyla kendilerinin takdir edecekleri bir husustur.

Bu konuda dışarıdan fikir ve telkine ihtiyaçları bulunmadığı gibi, bizim de resen kendilerine yol gösterme görevi üstlenme durumunda olmadığımız açıktır.

Ancak, bu yöndeki kuşku, tereddüt ve endişelerin derinleşerek sürmesi, hem Türkiye’ye zarar verecek hem de Hocaefendi’yi ve Gülen cemaatini bir tartışma zeminine çekecektir.

Bu durum karşısında, bu tespitlere ve görüşlere katılıyorlarsa, durum bütün unsurlarıyla aydınlanana kadar Hocaefendi’nin, Gülen cemaati mensuplarının bu konularla hiçbir şekilde ilgisi olmadığını göstermek bakımından cemaatin faaliyetlerini durdurduğunu veya askıya aldığını açıklamasının yerinde ve yararlı olabileceği akla gelmektedir.”

Bu görüşlerimizden sonra çok ciddi eleştiriler yapıldı. Fakat bugün ne kadar haklı olduğumuz ve isabetli yorumlarda bulunduğumuz belli olmuştur.

Bugün Sayın Gülen büyük bir suçlamayla karşı karşıyadır. Kendisi itibar suikastıyla yüz yüzedir. Biz 2011’de çok samimi bir teklifte bulunmuştuk. Ama sözlerimiz başka yerlere çekildi. Şayet düşüncelerimizin altında bit yeniği aranmamış olsaydı, belki de bugünkü olumsuzlukların hiçbirisi yaşanmayacaktı.

Sayın Gülen’in sınır dışı, yani deport edilme ihtimali çok gerçekçi görünmüyor. Yine de Sayın Gülen’in Türkiye’ye gelip Erdoğan’la yüzleşmesi faydalı olacaktır. O zaman Erdoğan’ın tüm maskesi düşecek, foyası ortaya çıkacaktır.

 

 

ASIL PARALEL AKP VE ORTAĞI PKK’DIR

 

Erdoğan, Almanya Başbakanıyla beraber konuyu istihbarat teşkilatlarına havale etmişler. Türkiye’yi dinleyen zaten yabancı istihbarat teşkilatları. Hal böyleyken, dinleyenler dinlemeleri araştırıp, Türkiye’nin haklı şikayetleri üzerinde çalışacaklarmış. AKP’nin belgeli kara mizahlarına bir yenisi daha eklendi. Türkiye’nin milli güvenliğinin, milli bekasının hafife alındığını ve devlet sırlarını başkalarının eline geçtiğini düşünüyorum.

 

Erdoğan giderayak MHP’yi karıştırın diyerek MİT’e talimat vermiş. Bu çok ciddi ve üzerine gidilmesi gereken bir ihbardır. MHP’nin içini bulanıklaştırmaya, düzen ve ilkelerini kırmaya çalışanlar haddinden fazla. MHP’yi dinleyenler, arşivleyenler, iki B diyerek aralarında konuşanlar aslında bilinmez değildir. Erdoğan’a bakan, etrafını inceleyen, dün ittifak kurduğu bazı unsurları analiz eden herkes kulakları kocaman olmuş insan müsveddesindeki antenleri görebilirler.

 

12 Eylül’cüler kendilerini anayasayla güvenceye almışlardı, ne oldu? Rüşvet illeti tedavi edilmeden, yolsuzlukların üzerine gidilmeden hırsızlar hak ettikleri cezayı bulmadan Cumhurbaşkanı’ndan Başbakanı’na kadar herkes vebal altındadır. Bugün Türkiye’de küçük hırsızlar yakalanıyor, büyükleri ise alkışlanıyor.

Ne yaptıysa villasındaki paraları sıfırlayamayan bu çağın ileri zekalısı meşhur hanedan mensubu ise her fırsatta kürsülere çıkmakta, sanki meydan okurcasına hareket etmektedir. Devletin kaydına giren hiçbir şey silinemez. 17-25 Aralık bir dönemin miladıdır ki, Erdoğan ve AKP bu tarihlerde manen, ahlaken ve vicdanen bitmiştir.

Devlet içinde paralel bir yapılanma oluşmuşsa bunun suçlusu önce Hükümet’tir. Sormazlar mı adama, devlet içinde devlet kuruluyorken sen ne yapıyordun? Geçmişte darbe dediler, TSK’nın saygınlığıyla oynadılar, kahraman askerlerin aileleriyle birlikte hayatlarını zindana çevirdiler. Şimdi de paralel diyerek binlerce polis hedef alınıyor. Bana kalırsa asıl paralel, doğrularımızı eğip büken AKP ve ortağı PKK’dır.

Fesatçı ve fırsatçılara bırakacak bir ülkemiz yoktur. Hem satılmış hem da kaybolmuş bir sürü aylak ve asalağa dayanacak hal da kalmamıştır. İktidar nam ve hesabına keskin nişancılık yapan havuz medyası gerçekleri çarpıtmayı, algı operasyonların merkez üssü olmayı hevesle sürdürse de deniz kurumaya başlamıştır. Hukuk susarsa şiddet konuşur. Dürüstlük ve ahlak kaybederse dolandırıcılar, soyguncular, hainler taht ve taç sahibi olur.

Kriz, kargaşa, kaos, korku, kutuplaşma, kavga ve karanlıktan oluşan 7-K’lı tahribat zinciri AKP’nin eseri ve 12 yıllık hezimetinin lekeli sayfalarıdır. Asayişsizlik, ahlaksızlık, açlık ve adaletsizlikten ibaret olan 4-A’lı kayıp ve hüsran kümesi AKP’nin sonucudur. Yeni Türkiye, 7-K ile 4-A’nın toplamıyla projelendirilen iflas etmiş bir ülke manzarasıdır. Hiçbir kötü yönetim kalıcı ve baki değildir. Tarih kendisini vazgeçilmez gören nice faninin hazin ve ibretlik sonuyla doludur.

 

Orhan Karataş: Erdoğan’ın dinlemeler konusunda sonuç aldığını ve muhataplarına gerekli ikazları yaptığını düşünüyor musunuz?

DEVLET BAHÇELİ: Hiç ihtimal vermiyorum. Erdoğan, Almanya Başbakanıyla beraber konuyu istihbarat teşkilatlarına havale etmişler.

Türkiye’yi dinleyen zaten yabancı istihbarat teşkilatları. Hal böyleyken, dinleyenler dinlemeleri araştırıp, Türkiye’nin haklı şikayetleri üzerinde çalışacaklarmış.

AKP’nin belgeli kara mizahlarına bir yenisi daha eklendi. Türkiye’nin milli güvenliğinin, milli bekasının hafife alındığını ve devlet sırlarını başkalarının eline geçtiğini düşünüyorum.

Erdoğan durmasın gezsin, tozsun, stratejik ortakları tarafından makasa alındığını görmezden gelsin. Paralel dinleme var diyerek inlere girmekten bahsedenler, başkaları dinleyince savaş mı açalım diyerek çelişkiler yumağına çırpına çırpına düşmüşlerdir.

Orhan Karataş: sMHP’nin kimlerin, hangi maksatla dinlediği hususu henüz aydınlatılmış değil. Bundan rahatsız mısınız?

DEVLET BAHÇELİ: Rahatsız olmaz mıyım? MHP’ye yönelik örtülü operasyon bir siyasi tanzim ve tasarımın sonucuydu. Bu sürecin devam ettiği kanaatindeyim. Ortadoğu Gazetesi’nde yayımlandı, Erdoğan giderayak MHP’yi karıştırın diyerek MİT’e talimat vermiş. Bu çok ciddi ve üzerine gidilmesi gereken bir ihbardır. MHP’nin içini bulanıklaştırmaya, düzen ve ilkelerini kırmaya çalışanlar haddinden fazla. MHP’yi dinleyenler, arşivleyenler, iki B diyerek aralarında konuşanlar aslında bilinmez değildir. Erdoğan’a bakan, etrafını inceleyen, dün ittifak kurduğu bazı unsurları analiz eden herkes kulakları kocaman olmuş insan müsveddesindeki antenleri görebilirler.

 

Orhan Karataş: Sözü edilen paralel polislere yönelik gözaltı furyasına ne diyeceksiniz?

DEVLET BAHÇELİBana göre AKP 17-25 Aralığın hesabını vermelidir. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarının bağımsız ve tarafsız mahkemelerde görülmesine engel olmamalıdır.

Orhan Karataş: 25 Aralık soruşturması ve 96 şüpheli hakkında takipsizlik kararı verildi.

DEVLET BAHÇELİ: Hiç önemli değil. 12 Eylül’cüler kendilerini anayasayla güvenceye almışlardı, ne oldu?

Rüşvet illeti tedavi edilmeden, yolsuzlukların üzerine gidilmeden hırsızlar hak ettikleri cezayı bulmadan Cumhurbaşkanı’ndan Başbakanı’na kadar herkes vebal altındadır.

Bugün Türkiye’de küçük hırsızlar yakalanıyor, büyükleri ise alkışlanıyor.

Ayakkabı kutularına milyon dolar çalıntı parayı koyan banka müdürü dışarıdadır.

AKP’li bakanları rüşvet ağına düşüren, hepsini kendisine kul-köle yapan kaçakçı nefsine yenik düşmüş, paraya teslim olmuş yeni avlarının peşindedir.

Çikolata kutularında rüşvet alan akaracı makaracı eski bakan bir şey olmamış gibi sefa sürmektedir.

700 bin liralık saati koluna takan eski bakan, hırsız var diyenlere sataşmakta, etrafta tedirgin ruh haliyle dolaşmaktadır.

 

Kara paracının önüne yatacak kadar şahsiyetinden ödünler veren, bir trilyonu üçbeş kuruş gören oğlunun sicilini temizlemekle uğraşan, yatak odalarından çıkan para kasalarını unutturmaya çalışan eski bakan yolsuzluk hasılatıyla geçinmektedir.

 

Devlet arsalarını peşkeş çeken, TOKİ’yi yiyip bitiren, patronuna kupon arazi ayıran ve ayarlayan eski bakan gözlerden uzak bir hayat sürmektedir.

Hele hele, ne yaptıysa villasındaki paraları sıfırlayamayan bu çağın ileri zekalısı meşhur hanedan mensubu ise her fırsatta kürsülere çıkmakta, sanki meydan okurcasına hareket etmektedir.

Devletin kaydına giren hiçbir şey silinemez.

17-25 Aralık bir dönemin miladıdır ki, Erdoğan ve AKP bu tarihlerde manen, ahlaken ve vicdanen bitmiştir.

Polisler sadece görevlerini yapıyor. Savcı ve hakimler sadece şikayetleri değerlendiriyor. Paralel diyerek savaş tamtamları çalmak faydasızdır.

Çünkü yasalara aykırı olarak devlet içinde paralel bir yapılanma oluşmuşsa bunun suçlusu önce Hükümet’tir. Sormazlar mı adama, devlet içinde devlet kuruluyorken sen ne yapıyordun?

Geçmişte darbe dediler, TSK’nın saygınlığıyla oynadılar, kahraman askerlerin aileleriyle birlikte hayatlarını zindana çevirdiler. Şimdi de paralel diyerek binlerce polis hedef alınıyor. Bana kalırsa asıl paralel, doğrularımızı eğip büken AKP ve ortağı PKK’dır.

Bazı kamu görevlilerini sözde darbe davalarında kullanıp kumpasa alet etmek de başlıbaşına suçtur. Gün gelecek AKP hesap verecektir.

Fildişi kulesinde Türkiye’ye tuzak kuranlar adaletin önüne çıkacaklardır.

Fikirlerin, projelerin, ilkelerin kıran kırana yarıştığı demokratik bir ortam sayesinde; sadakat ihanete, hakikat sahteciliğe, adalet ise ön yargılara galip gelecektir.

Fesatçı ve fırsatçılara bırakacak bir ülkemiz yoktur.

Hem satılmış hem da kaybolmuş bir sürü aylak ve asalağa dayanacak hal da kalmamıştır.

İktidar nam ve hesabına keskin nişancılık yapan havuz medyası gerçekleri çarpıtmayı, algı operasyonların merkez üssü olmayı hevesle sürdürse de deniz kurumaya başlamıştır.

Vatandaşın yerin yedi kat dibinde, yandaşın ise göğün yedi kat üstünde olduğu bu zalim düzen ve kara dönem son bulmalıdır.

Hukuk susarsa şiddet konuşur. Dürüstlük ve ahlak kaybederse dolandırıcılar, soyguncular, hainler taht ve taç sahibi olur.

Tarihte anlatılır; MÖ. 79’da Vezuf yanardağı Pompei’nin sonunu getirmişti. 17-25 volkanı da AKP’yi bitirecek ve siyasetten silecektir.

 

Orhan Karataş: Uyuşturucu sorunu herkesi endişelendiriyor. Bonzai illeti kabus gibi gençlerimizi tehdit ediyor.  Biliyorum, siz bu konuda çok hassassınız, değerlendirmelerinizi alabilir miyim?

 

DEVLET BAHÇELİ:  Hükümet çevreleri, tinerci ve kafası kıyak gençlik istemiyoruz diyordu, meğerse bonzai kuşağına ortam açmışlar.

Bonzai gençlerimizi pençesine alıyor, ümitlerimizi çalıyor. Çok büyük bir sorunla karşı karşıyız.

TÜİK açıkladı, birçok evladımızın hayatına mal olan bonzai kullanımı 11 yaşın altına düşmüş. Geçen yıl 48 binden fazla çocuk bağımlılık yapan madde kullanımı nedeniyle güvenlik birimlerince sorgulanmış.

Suça sürüklenen çocuk sayısı 2013’de yüzde 14,5 artmıştır. Suça karışan çocuk sayısı da 273 bin 571 olmuştur.

Madde bağımlıları yaralama, gasp, kapkaç, cinayet başta olmak üzere çok sayıda suça iştirak ediyor. En son Rize’de bir İtalyan uyuşturucu içmiş bir katilin kurbanı oldu.

Hakikaten tehlike büyüktür. Gençlerimizi uyuşturucu zehrinden kurtarmak zorundayız. Yeni Türkiyeciler havanda su sövmeyi bıraksınlar, uyuşturucuyla topyekûn mücadele edecek eylem planını devreye soksunlar.

 

Orhan Karataş: Son olarak yine iş kazaları gündemde. Mecidiköy’de bir felaket yaşandı. Ne diyeceksiniz?

DEVLET BAHÇELİ: İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı. 32’inci kattan düşen asansör üzerine herkes, bilhassa iktidar iyi düşünmeli.

Bu cinayet gibi kazada 10 kardeşimiz hayatını kaybetti. Üzüntümüz sonsuz.

Soma’da fıtrat diyenleri örnek alanlar, kazaya sektörel vaka diyebiliyor.

Bu ahlaken çok sorunlu bir yaklaşımdır. İş kazalarını önlemek için denetimler, kontroller sıklaştırılmalı, aymazlık ve ihmalkarlıkların önüne geçilmelidir.

Bakın, Avcılar’da bir kamyonun açık kalan damperi üst geçidi yıktı. Bir vatandaşımız canından oldu. Bu üst geçit darbeyle yıkılıyorsa önemli bir sorun var demektir.

Bu yılın ilk yedi ayında bin yüz işçimizi kazalarda kaybettik. Bu alanda Dünya’da ilk üçteyiz, Avrupa’da ise ilk sıradayız.

Restorasyon sakızı çiğneyen Başbakan, bu ilkel tabloyla mücadele etmelidir.

İnsan canını, insan hayatını ihmallere, tedbirsizliklere kurban veren ülke gelişmiş ülke olamaz.

Cılız ve çelimsiz önlemlerle riskler giderilemez.

Rejimler kataloğunu açıp Türkiye’nin kuyusunu kazan Erdoğan’ın bıraktığı Türkiye mirası ne yazık ki iç karartıcıdır.

 

Orhan Karataş: Sayın Bahçeli bize zaman ayırıp sorularımıza içtenlikçe cevap vermenizden dolayı çok teşekkür ederim. Son olarak Türkiye’ye ve okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

 

DEVLET BAHÇELİ: Türkiye büyük ve ağır meselelerle boğuşuyor.

Toplumsal huzur kalmadı. Asayişsizlik gemi azıya aldı.

Cinayetler, kavgalar, tahammülsüzlükler kamçılanarak, korkunç boyutlara ulaşmıştır.

Kadına yönelik şiddet ve taciz haberleri vicdan sahibi her insanımızın uykularını kaçırmaktadır.

Kriz, kargaşa, kaos, korku, kutuplaşma, kavga ve karanlıktan oluşan 7-K’lı tahribat zinciri AKP’nin eseri ve 12 yıllık hezimetinin lekeli sayfalarıdır.

Asayişsizlik, ahlaksızlık, açlık ve adaletsizlikten ibaret olan 4-A’lı kayıp ve hüsran kümesi AKP’nin sonucudur.

Yeni Türkiye, 7-K ile 4-A’nın toplamıyla projelendirilen iflas etmiş bir ülke manzarasıdır.

Hiçbir kötü yönetim kalıcı ve baki değildir. Tarih kendisini vazgeçilmez gören nice faninin hazin ve ibretlik sonuyla doludur.

Erdoğan giderse Türkiye gider, AKP kaybederse millet kaybeder diyenler yanıldıklarını anlayacaklardır.

Ruhu rutubetli, zihni hasarlı, emeli ayıplı marjinal ve marazi azınlıktan kurtuluş için biz kollarımızı sıvadık ve başarıya inandık.

Hedef milli ve yeni bir iktidardır.

Hedef Türkiye’nin kazanması, Türk milletinin kazançlı çıkmasıdır.

Taktik hamlelerle stratejik başarıların gelmeyeceğini, kısa soluklu, derme çatma, heyecansız ve inançsız hazırlıklarla yüksek hedeflere varılmayacağını hatırlatmak isterim.

Asaletimizin tescilini soyut ve hayali kavramlar değil, adil karar ve adaletli uygulamalar sağlayacaktır. Bugünkü şartlarda hayatın hakiki sahnesi, iktidar söylemlerini yalanlamaktadır.

Başımızı kuma gömmeyelim, hepimizin sorumluluğu çok fazladır.

AKP’nin son iktidar etabına girdiğini samimi şekilde söylemek isterim.

Dengesiz, yasak koyucu, rüşvet ve yolsuzluk markası, düzensiz kuralsız, haksız, izansız, kanunsuz AKP gitmeli, tertemiz, milliyetçi ve herkesi kucaklayacak MHP gelmelidir. Ve inşallah da gelecektir.

Eğitimden sağlığa, spordan sanata hayatın her alanında toparlanma lazımdır.

Karanlığı ışığa boğan ülkü şimşekleri milletimizin geleceğini aydınlatacaktır.

Yanlı ve yüzeysel siyaset anlayışlarından çok çektik.

Türklük bir mahkeme önündedir, yeniden sorgulanıyor, yargılanıyor. Bu itibarla bize rahat uyku yoktur.

Milliyetçilik ve tüm milli değerlerimiz çiğneniyor. Bu yüzden bizim yapacak çok işimiz vardır.

Rağbet gören fitnenin beli kırılmalıdır ki, biz de bunu yapacak cesaret ve dirayet fazla fazla vardır.

Huzurun vekâleti olmaz.

İstikbalin, istiklalin vekâleti olmaz.

Paraları sıfırlayamadan geçmişimizi sıfırlayanları, geleceğimizi karartanları sandıkta alaşağı etmek için önümüzde aşağı yukarı 8 ay bulunuyor.

Bilelim ki, bir kelebek bir defa kanatlandı mı, bir daha asla tırtıl haline gelmez.

Toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin en avantajsız kesimlere en büyük faydayı sağlayacak şekilde tanzim etmek için çok çalışacağız.

Türkiye’yi kurtarmak için çok çalışacağız.

Milletimizi güldürmek, oh be dedirtmek, kutuplaşma ve kamplaşmayı bitirmek için çok çaba sarfedeceğiz.

Bize özgü, bizi anlatan, tarihimizden ilhamını, ecdadımızdan duasını alan bir medeniyet ve siyaset atılımıyla, iç ve dış statükoyu devirmek, milliyetçiliği demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük ayaklarıyla iktidara taşımak önümüzdeki en yakın amaçtır.

Gün uyanma, uyarma ve uyanık olma günüdür.

Eğer varsa tüm mazeret bitmiş, milli seferberlik başlamıştır.

Milliyetçi Hareket Türkiye ve Türk milletinin güvencesidir. Üç Hilal parladığı sürece korkuya, kaygıya ve umutsuzluğa yer ve gerek yoktur.

Şahsım ve partim adına, sizler araçlığıyla tüm vatandaşlarıma ve Ortadoğu Gazetesi okuyucularına sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ediyorum.