Dolar 32,5191
Euro 34,7972
Altın 2.420,37
BİST 9.719,54
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 22°C
Az Bulutlu
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Per 20°C
Cum 19°C
Cts 18°C
Paz 19°C

Balkan’larda Kapitalizm Krizi

Balkan’larda Kapitalizm Krizi
20/01/2015 15:55 | Son Güncellenme: 20/01/2015 16:11
A+
A-

Balkan ülkeleri 2014 yılını da
ekonomik zorluklar içinde ge-
çirdi. Ekonomik sorunlarıyla
dünya gündeminden düşmeyen
Yunanistan’ın yanı sıra, bölgenin geri kalan
ülkelerinde de ekonomik ve buna bağlı
toplumsal sorunlar önemli gündem maddesi
kalmaya devam ediyor. Bölge halkı,
yöneticilerinden ülkelerindeki refah seviyesinin
iyileştirmesini bekliyor. Bu doğrultuda
genel olarak bütün Balkan
ülkelerinin liderleri önümüzdeki
dönemde ekonomiye daha çok
odaklanacakları yönünde mesajlar
veriyor.
1910’da Almanya’daki kişi ba-
şına düşen reel gelir seviyesi, Balkan
ülkelerindeki seviyenin iki
katını geçmiyordu. Günümüzde
ise bu fark 7-8 kata kadar çıkabiliyor.
Diğer taraftan IMF’nin tahminlerine
göre, 2013 yılında on Balkan ülkesinin satın
alma gücü paritesiyle hesaplanan toplam
Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) düzeyi,
aynı yöntemle hesaplanan Türkiye’nin
GSYH’sının yüzde 78’i kadardı. Bu tespit
başlı başına, Balkan ülkelerinde bir refah
düşüklüğüne işaret ediyor.
Balkan ülkelerindeki refah düşüklü-
ğünün birçok nedeni vardır. Her şeyden
önce 1990’lı yıllarda eski Yugoslavya coğ-
rafyasında yaşanan savaşlar bölgede önemli
ekonomik tahribatlara ve yatırımlarda
kullanılabilecek kaynakların önemli ölçüde
tüketilmesine neden oldu. Örnek vermek
gerekirse, savaş yıllarının Bosna-Hersek
ekonomisine verdiği doğrudan ve dolaylı
tahribat 115 milyar dolar olarak tahmin
edilmiştir. Bosna savaşı sona erdiğinde, bu
ülkenin reel GSYH düzeyi, savaş öncesinin
sadece yüzde 20’si kadardı. 1999 yılında
NATO’nun Sırbistan’a yönelik müdahalesinden
dolayı ise, ülke endüstri ve alt yapı-
sına verilen zarar 29,6 milyar dolar olarak
hesaplanmıştır. 1990’lı yıllarda eski Yugoslavya
coğrafyasında yaşanan savaşların,
bölge ülkelerindeki nüfus yapısına da bü-
yük etkileri oldu. Savaşlar yüzbinlerce kişinin
ölümüne yol açtığı gibi, 3 milyona yakın
insanı mülteci veya zorla yerinden edilen
kişi haline getirdi. BM Mülteciler Yüksek
Komiserliği’nin verilerine göre, Batı Balkan
ülkelerinde mülteci ve zorla yerinden edilenler
statüsünde olan yaklaşık 450 bin kişi,
daha kalıcı çözümler için beklemeye devam
ediyor.
Savaş ve çatışmalar dışında, 1990’lı
yıllar, diğer bazı nedenlerden dolayı da
Balkanlar’da ekonomik gerileme yılları
oldu. Piyasa ekonomisinin çalışmasını
sağlayacak olan kurumların yeterince geliştirilmemesi,
ekonomik özgürlüğün kısıtlı
kalması, verimsiz yatırımlar, bağışların
verimsiz kullanılması, özelleştirmelerin
geciktirilmesi ve ekonomik hedeflerden çok
siyasi hedeflere öncüllüğün verilmesi gibi
faktörler yüzünden de Balkan ülkelerinin
iktisadi kalkınma süreci olumsuz etkilendi.
Nitekim Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya
savaş serüvenleri dışında kalmışsa
da, yaşadıkları siyasi ve ekonomik istikrarsızlık
nedeniyle günümüzde bile bu ülkelerdeki
refah düşük düzeylerde kalıyor.
2000 ile 2008 arası yıllar Balkan ülkelerinin
ekonomilerinde canlanmanın ya-
şandığı yıllardır. Bu dönemde Balkan ülkelerinin
ortalama reel GSYH büyüme oranı
yüzde 5’in üzerinde seyretti. 2009 yılından
itibaren ise küresel ekonomik
krizin olumsuz etkileri Balkan
ülkelerine de yansımaya başladı.
Balkan ülkelerindeki refahın ne
düzeyde olduğunu daha iyi anlamak
için, bu ülkelerin satın alma
gücü paritesiyle hesaplanan kişi
başına düşen GSYH’larınının,
yirmi yedi AB ülkesine ait ortalamayla
kıyaslamada fayda vardır.
Nitekim 2013 yılında Yunanistan dışındaki
Balkan ülkelerinin kişi başına düşen GSYH
düzeyinin ortalaması, yirmi yedi AB ülkesindeki
aynı ortalamanın yaklaşık yüzde
40’ına karşılık gelmiştir. Anlaşıldığı üzere,
AB üyesi ülkelerin ortalamasına kıyasla
Balkan ülkeleri reel olarak yüzde 60 oranında
daha düşük kişi başına düşen gelire
sahiptir.
Balkan ülkeleri kişi başına düşen GSYH
değerleri açısından kendi içlerinde homojen
bir yapıya sahip değildir. Örneğin, satınalma
gücü paritesiyle hesaplanan GSYH’lar
kıyaslandığında, 2013 yılında Romanya’nın
geri kalan dokuz Balkan ülkesinin GSYH
toplamlarının yüzde 45’i kadar bir gelire
sahip olduğu anlaşılıyor. Diğer taraftan satınalma
gücü paritesiyle hesaplanan on Balkan
ülkesinin GSYH toplamı içindeki paylara
bakıldığında, yüzde 31’in Romanya’ya,
yüzde 29’un Yunanistan’a, yüzde 11’in
Bulgaristan’a, yüzde 9’un Sırbistan’a ve
yüzde 8’in Hırvatistan’a ait olduğu görü-
lüyor. Kosova, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk
ve Bosna-Hersek ise bölgedeki
GSYH’nın geri kalan yaklaşık yüzde 12’sini
kendi aralarında paylaşıyor.
Balkan ülkelerindeki refah düşüklüğü
yüzünden, bölgedeki yöneticiler ekonomik
politikalarını belirlerken, kısa vadeli dü-
şünmemeli ve geçici çözümler sağlayan uygulamalardan
çekinmelidir. Bunun yerine,
ekonomik iyileşmeyi hızlandıran ve uzun
vadede yüksek büyüme oranlarını hedefleyen
politikaların belirlenmesinde fayda
vardır.
Balkan Kapitalizmi
Son zamanlarda Sırbistan’da bazı işadamlarının
hükümet aleyhtarı çalışmalar
yürüttüğüne dair iddialar gündemde yer
almaya başladı. Sırbistan Başbakanı Aleksandar
Vuçiç, bu işadamlarına, suçlulara
ve onların hizmetkârı olan politikacılara
Sırbistan’ı yönetmelerine müsaade etmeyeceğini
açıkladı. Sırbistan Adalet Bakanı
Nikola Selakoviç ise bazı işadamları ve politikacıların
devlette kanunsuzluk yaratmak
suretiyle hükümeti yıkmayı amaçladıklarını
söyledi. Bu tür açıklamalar, 1990’lı yıllarda
Balkanlar’da şüpheli koşullarda zenginliğe
kavuşanların günümüzde siyasete etkilerinin
ne olduğunu yeniden tartışmaya açtı.
Balkanlar’da merkezi planlı dönemden
piyasa ekonomisine geçiş sürecinde yaşanan
fenomenlerden birisi, durup dururken
güçlü sermaye sahiplerinin ortaya çıkmış
olmasıdır. Daha önce isimleri pek bilinmeyen
bazı şahıslar aniden zengin işadamları-
na dönüşmeyi başarabilmişti. İlk zenginler
genel olarak eski komünist elitler içinden,
özellikle önceki sistemde ekonomik yaşamda
yönetici konumda olanlar arasından
çıktı. Nitekim kamu işletmelerinin bazıları
ve kimi gayrimenkuller neredeyse geceden
sabaha eski komünistlerin özel mülkiyetine
geçti. Ardından bölgede yaşanan savaşlar
da bazı politikacılar ve yakınlarının
kriminal faaliyetler üzerinden zenginliğe
kavuşmasını sağladı. 1990’lı yıllarda BM ve
AB’nin Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne
karşı uyguladığı ambargolar da yasadışı ticareti
teşvik etti, ayrıca bölgede siyasi korumaya
dayalı sınır ötesi kaçakçılık ağlarının
gelişmesine neden oldu.
Balkanlar’da yaşanan hiper enflasyon
dönemlerinde de bazı şahıslar siyasi destek
sayesinde sermayelerini büyüttü. Söz
konusu şahıslar kamu bankalarından döviz
kuruna endekslenmeden büyük krediler
çekebildi, ardından değerini iyice yitirmiş
ulusal parayla kredi geri ödemesi yaparak
servetlerine büyük meblağlar ekledi. Ör-
26
Balkanlar’da
Kapitalizm Krizi
EKOGÖRÜŞ
Dr. Erhan Türbedar
BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ KONSEYİ (RCC) KIDEMLİ SİYASİ DANIŞMANI
Balkan ülkelerinin liderleri önümüzdeki
dönemde ekonomiye daha çok odaklanacakları
yönünde mesajlar veriyor.
Arnavutluk, Bulgaristan ve
Romanya savaş serüvenleri
dışında kalmışsa da, yaşadıkları
siyasi ve ekonomik istikrarsızlık
nedeniyle bu ülkelerdeki refah
düşük düzeylerde kalıyor.
27 29
neğin, Sırbistan’da Slobodan Miloşeviç,
Hırvatistan’da ise Franyo Tucman döneminde
hükümet yandaşlarının bu ve benzeri
ödüllerle ödüllendirildiği ifade ediliyor.
Balkanlar’da yapılan kontrolsüz özelleştirmeler
ise kimi zaman yasal yoldan
soygunlara benzetildi. Her şeyden önce
özelleştirmeler kara paranın aklanmasında
bir araç olarak kullanılmaya müsaitti. Diğer
taraftan, bazı kamu işletmeleri oldukça uygun
koşullarda kimi şahıslara satıldı. Eski
kamu işletmelerini satın almak, kentlerin
en güzel yerlerindeki arsalara ucuzdan
ulaşmak anlamına da geliyordu. Nitekim
kimi durumlarda asıl amaç satın alınan şirketi
çalıştırmak değil, arsa üzerinden rant
sağlamak olduğu için bazı eski kamu iş-
letmeleri tamamen yok olmuş, bu nedenle
eskiden önemli sanayi merkezi sayılan bazı
kentler ekonomik canlılığını yitirmiştir.
Sermayelerinin en azından ilk kısımlarını
şüpheli yollardan yaratanların, günü-
müzde de siyasetle içli dışlı olduklarına,
hatta kimi durumlarda siyasete yön verebildiklerine
inanılıyor. Siyasilerin oldukça
pahalı seçim kampanyalarını işadamlarının
sayesinde finans ettikleri biliniyor.
Bunun karşılığında ise, ekonomik yaşama
ilişkin yasal düzenlemelerin içeriğinin,
destek sağlayan işadamlarının lehine olacak
şekilde belirlendiğine inanılıyor. Bölgedeki
işadamlarının genel olarak hedefi,
siyasilerin çıkartacağı yasal düzenlemelerin
koruması altında yüksek kar paylarını
koruyabilmektedir. Nitekim Balkanlar’daki
bazı işadamlarının devletten destek alarak,
ciddi rekabetin olmadığı koşullar altında
zenginliklerini artırmakta oldukları iddia
ediliyor.
Normalde hukukun üstünlüğünün sağ-
landığı devletlerde, şüpheli koşullarda elde
edilen sermayenin ve siyasetle ilişkisinin
inceleme altında alınması gerekirdi. Ne
var ki Balkan ülkelerindeki hükümetler bu
konuda genel olarak susmayı tercih ediyor.
Aslına bakılırsa, iş dünyasıyla bağlantıları
olan bölgenin ciddi bazı medya kaynakları
da bu tarz konuları derinlemesine tartış-
maktan çekiniyor. Bu nedenle Balkanlar’da
iş yapmak isteyenler açısından iktidara yakınlık,
becerilere ve iş dünyasıyla bağlantı-
lara sahip olmaktan daha önemli kalmaya
devam ediyor.
AB’nin Balkan ülkelerinden talep ettiği
temel hususlardan biri yolsuzluklar ve organize
suçlara karşı mücadeledir. Ne var ki
Balkan ülkelerinden bir tek Hırvatistan’da,
kısmen de Sırbistan’da, şüpheli yollardan
zenginliğe kavuşanların ve onlara destek
veren siyasilerin daha ciddi bir şekilde üstüne
gidilmeye başlandı. Diğer bölge ülkeleri
ise, AB üyesi Bulgaristan ve Romanya
dahil, yolsuzluklar ve organize suçlara kar-
şı mücadele konusunda Brüksel’den düşük
notlar almaya devam ediyor. Bu ise sermaye,
siyaset ve medya arasındaki bağlantıların
Balkan ülkelerinde güçlü kalmaya devam
ettiğine işaret ediyor.
EKOGÖRÜŞ 28
Balkanlar’da merkezi planlı
dönemden piyasa ekonomisine
geçiş sürecinde yaşanan
fenomenlerden birisi, durup
dururken güçlü sermaye
sahiplerinin ortaya çıkmış
olmasıdır.31
Oryantalizmin Hedefindeki
Türkiye
Ermeni meselesi olarak adlandırılan bir
çatışmanın tarih sahnesinde yer alması ilk
kez 19. yüzyılda söz konusu olmuştur. Bu
yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesi
ve hızla çöküşe yaklaştığı dönemin
adıdır. Avrupa’nın “düveli muazzaması”
tarafından “şark meselesi” olarak adlandı-
rılan Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma
planının temel taşlarından birisi de
milliyetçilik akımlarıdır. İmparatorluğun
nüfusunu oluşturanlar arasında Türk ve
İslam olmayan farklı etnik grupların milliyetçilik
ideolojisi etrafında örgütlenerek
uluslaştırılması bu döneme damgasını
vurmuştur. Balkanlar’da ve devletin diğer
farklı bölgelerinde baş gösteren milliyetçi
akımlar, özellikle gayrı Müslüm unsurların
batılı devletlerin kışkırtması ve desteğiyle
Osmanlı yönetiminden çıkma mücadelesine
girişmelerine yol açmıştır. 1828 Mora
İsyanı ile başlayan ayrılıkçı mücadeleler
Avrupa düşün hayatında egemenliğini ilan
eden milliyetçi romantizmden güç alarak
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne zemin
hazırlamıştır.
Bu gelişmelere esas teşkil eden ve ideolojik
anlamda kılavuzluk yapan yaklaşım
Aydınlanma Çağını izleyen dönemden itibaren
ve özellikle de 19. yüzyılda “doğu kar-
şıtlığı” veya daha isabetli bir ifadeyle “Türk
ve İslam karşıtlığıdır”. Filistinli bir edebiyat
eleştirmeni olan Edward Said tarafından
1978 yılında yayınlanan “Oryantalizm” kitabı
ile çağdaş bir tartışma başlatılmıştır.
Buna göre, batının her yönüyle doğuyu tanıyıp
incelemeden başlayarak bölüp parçalayarak
yönetme, baskı ve egemenliği altına
alma projesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun
farklı etnik unsurlarının, özellikle de Hristiyan
halkların imparatorluğun bütünlü-
ğünden kopmasında önemli bir düşünsel
altyapı oluşturmuştur. Edward Said yeni
bir paradigmanın başlangıcı olduğu kabul
edilen Oryantalizmi’nde doğu denince daha
ziyade Arap dünyasını anlamakla birlikte,
bizim açımızdan bakıldığında oryantalizmin
Müslüman Türkleri hedef aldığı açık-
ça görülmektedir ve emperyalist devletler
Osmanlı Devleti’nin yıkılma sürecinin arka
planında farklı dinsel ve etnik tebaayı kullanarak
amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır.
Oryantalizmin Romantizmi
Haçlı Seferlerinden beri Hristiyan batı dünyasında
doğuya, İslam’a karşı sefer eylemenin
dayanılmaz bir romantizmi vardır. Bu
romantizm Osmanlı İmparatorluğu’nun
genişleme döneminde yerini yılgınlığa bı-
rakmış, duraklama ve gerileme ile yeniden
canlandırılmıştır. Kilisenin bu canlanmaya
katkısı büyük olmakla birlikte Aydınlanma
Çağı ertesinde ortaya çıkan ve o çağda gelişmenin
kültürel köklerini tanımlamaya
hizmet eden antik Yunan
hayranlığı modern ve ilerici bir
yaklaşım olarak dinsel gerekçelendirmenin
yerini almıştır. Bu hayranlığın
karşıtı ise Türk ve İslam
unsurlarına duyulan nefreti beraberinde
getirmekte, doğu olarak imal
edilen bir Yunanistan’ın doğusunda
kalan Osmanlı İmparatorluğu tarif
edilmektedir.
Batı dünyasının sonraki dönemde
de bu parametrelerle ötekileştirdiği
İslam’a ve Türk’e bakışı sadece
o dönemde değil, farklı biçimlerde
ve zamanlarda karşımıza çıkmış-
tır. Ancak İmparatorluğumuzun
çöküş döneminde Balkanlar’da,
Anadolu’da, Arap yarımadasında
emperyalist batı politikalarının
çözülmeyi haklı gören ve gösteren
ve tüm gücüyle Osmanlı’nın yıkı-
cılığına soyunan faaliyetleri, hayali
toplumlar ve milletler yaratmada
son derece başarılı olmuştur. Batı-
lı güçler uzun süre millet-i sadıka
diye adlandırılan ve esasen birlikte
yaşamada herhangi bir zorluk
çekilmeyen Ermenilerle Osmanlı
hükümetlerini ve Müslüman Türk
halkı birbirine düşürmeye her türlü
ince oyunlarla muvaffak olmuş-
tur. Çıkarmakta başarılı oldukları
bu çatışma onlar için son derece
meşrudur ve artık hayat hakkı kalmadığına
inandıkları Türk-İslam
devletinin karşılaşmakta olduğu
mukadder sondur. Oryantalist yaklaşım
sonralarda da kanlı geçmişine olan
referansla bugüne kadar sorun olmaktan
bir türlü çıkarılamayan bir siyaset meselesi
olarak varlığını sürdürmekte, en azından
barışı tehdit etmeye devam etmektedir.
Hayali hedeflerle siyaseti yönlendirmenin
etik açıdan mevcut sorunlara yenilerini
eklediği bilinmektedir. Bir anlamda sonu
gelmeyen bir tarihi kan davası peşinen haklı
ve geçerli kabul edilmekte, bu kabulün
arka planında ise oryantalist romantizm
yatmaktadır.
Ermeniler İçin İmal Edilen
Hayali Hedefler
Yukarıda da kısaca değinildiği gibi, millet-i
sadıka olarak adlandırılan Ermeni tebaanın
Avrupa devletleri ve Rusya tarafından kış-
kırtılması bu tebaa için masa başında imal
30
Hayali Hedeflerin Tutsaklığında
Romantik Siyaset ve Oryantalizm
EKOGÖRÜŞ
Sonu gelmeyen bir tarihi kan
davası peşinen haklı ve geçerli
kabul edilmekte, bu kabulün
arka planında ise oryantalist
romantizm yatmaktadır.

Dr. Erhan Türbedar
BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ KONSEYİ (RCC) KIDEMLİ SİYASİ DANIŞMANI

kaynak: ekoavrasya.net dergisi