Dolar 32,5577
Euro 34,9065
Altın 2.425,55
BİST 9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 22°C
Az Bulutlu
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Per 20°C
Cum 19°C
Cts 18°C
Paz 18°C

KAYNARCA: HALK, ARTIK MAGAZIN HABERI TALEP ETMIYOR

KAYNARCA: HALK, ARTIK MAGAZIN HABERI TALEP ETMIYOR
22/06/2013 15:23
A+
A-

Oktay Kaynarca, bu sezon haftada 5 gün sunacağı ‘Kapanmadan Kazan’ adlı yarışmayla ekrana gelecek… Sunucu olarak da çok sevilen oyuncunun hedefi çiftlere ve seyirciye eğlenceli vakit geçirtmek. Kaynarca’yı ziyaret edip hal hatır sorduk ve geçen yıl magazincileri ‘özel hayata müdahale ediyorlar’ gerekçesiyle Başbakan’a şikâyet etmek için yazdığı mektubu konuştuk…

Oynadığı her karaktere öyle can veriyor ki, senaryo gereği öldüğü zaman mevlit okutuluyor, gazetelere ölüm ilanı veriliyor! Oktay Kaynarca, art arda bir mafya babasını, bir polisi ve kabadayıyı canlandırdı popüler dizilerde. Asla kendini tekrar etmedi, ekrandan ayrı kalmak pahasına yüzünü eskitmedi. Bu sezon Kaynarca’yı ATV’de ‘Kapanmadan Kazan’ adlı bir yarışmada izleyecek seyirci. Sunucu olarak da sevilen tecrübeli oyuncuyla bolca medya, çokça Başbakan ve bir miktar da özel hayat konuştuk…

– Diziden sıkılınca sunuculuk, sunuculuktan sıkılınca dizi yapmak gibi bir niyetiniz olabilir mi?
Yok, öyle değil, haftada 5 gün yarışma sunarsan vakit kalmaz zaten. Kariyer planlaması yaparken bazen ekonomik şartlar da durumu belirleyici kılabiliyor. Bazen sunucu tarafımı da bileylemeliyim diyorum, sonuçta hepsi bizim işimiz. Yapmalıyız tabii.

– Her oyuncu sunucu olamaz ama…
Evet, galiba öyle bir durum var. Bütün oyuncular sunuculuk yapabilir diye bir şey yok ama bütün sunucular da oyuncu olabilir diye bir şey yok. Bütün oyuncular şarkı söyleyebilir demek gibi bir şey olur bu.

– Ama sahnede başarılı olsa da doğaçlama yapamayan oyuncular var.
Dediğin doğru, doğaçlama yeteneğinin büyük önemi var, dedim ya kendin olacaksın ve o halini de sevecek seyirci. Tutuksun, konuşamıyorsun, antipatiksin, hayat ilgin az, elinde tuttukların, dokundukların az diyelim, o zaman hiç şansın yok. Olamaz o zaman, hayatta biriktirdiklerin ve toplayıp cebine koyduklarınla ilişkili bir şey sunuculuk. Aynı oyunculuk gibi aslında.

– Sizin şansınız Oktay olarak da sevilmeniz o halde…
Teşekkür ederim, öyle inanıyorsanız ama özel hayatımda da severler beni, bilirim.

– Senaristlerin sizden etkilendikleri ve kalem oynatmaya başladıkları söyleniyor.
Sadece bana özgü yapılan bir şey değil bu, oyuncu senaristi yönlendirir. Oyuncu istedikleri performansı çıkaramadıysa başka türlü oynar, istedikleri performansı çıkarıp rolü iyi yoğuruyorsa başka türlü oynar kalem. Senaristin işine gelen bir durumdur bu, rahatlatır bu tür oyuncuyla çalışmak.

– Sizin zorlandığınız olmaz mı peki?
Fiziki bir örnek vereyim o halde. ‘Adanalı’nın bir bölümünde, otobüs şoförü olacaktım. Teröristleri yakalayacağız, operasyon yapacağız sahne bu. “Haydi, geç otobüsün şoför koltuğuna” dediler, “Nasıl yani?” dedim, sonra kullandım elbette. Senarist yapabileceğine inanırsa birlikte uçarsınız. Kocaman, dolu bir otobüsü kullandım yolda.

EŞCİNSEL ÖYLE OYNANMAZ!
– Ehliyet vardı inşallah…
(Gülüyoruz) Ehliyet mi dedin? Ağır vasıta ehliyeti, oldu! Halimi düşünsene. Bir yandan oynuyorum, bir yandan otobüs kullanıyorum, canlar bana emanet. Senaristin bir oyuncuda sahip olabileceği lüksün başındadır bu özellikler. Ata, motosiklete binmek, kayak yapmak gibi. İstediği şiveyle konuşması. Sempatikliği, sıcaklığı, elektriği, durumu çabuk toparlaması, senarist, yönetmen ve yapımcının elindeki en önemli değerlerdir.

– Kendinizden mi bahsediyorsunuz (gülüyoruz)…
Beni tanıdıkları zaman işleri kolaylaşıyor öyle söyleyeyim, deli tarafımız da var ya. “Ben bunu yapamam” demedim hiç.

– Dediniz, “Eşcinsel oynamam” demiştiniz!
Vallahi onu demiştim ama ‘ama’sı vardı.

– Neymiş ‘ama’sı?
Oynarım “Ama” dedim, ama ülkemizde bugüne kadar var olan eşcinsel karakterlerin yüzde 99’u hep karikatür olarak çizilmiştir. Komedidir ve abartılıdır, akıllarda da öyle kalmıştır. Oysa insanlar bilmezler ki, kendi yanlarında ağır başlı gördükleri birileri de eşcinseldir. Oysa öyle büyük şablonlarla oynamaya gerek yoktur.

– Yani memlekette bir ‘Philadelphia’ çekilse oynarsınız!
Aynen öyle…

GEZİ’YE GİTTİM, YİNE GİDERİM
– Mafya, polis, kabadayı derken, bir de baktık Gezi Parkı’ndasınız; acayip bir adam mısınız?
(Gülüyor) Hayatın içinde olmayı seviyorum, her şeyi hayat gibi yaşıyorum. Gittim tabii. Yine giderim.

– Ne götürdü sizi oraya?
Yaşananlar götürdü. Orada olmalıydım, masumca başlamış bir hareketti, kötü yönetilen bir krize döndü. Kötü yönetildi oysa çok acayip boyutlara gidebilirdi her şey. Gerçekten çok pozitif boyutlara gidebilirdi ve çok puan kazanabilirdi hükümet. Bir gençlik parkı yapılsaydı, ne iyi olurdu. Ama yapılan açıklamalar, inatlaşmalar, üstüne gitmeler, olayları bu boyuta getirdi.

– Bazı oyuncular tepki de aldı; size tepki gösteren oldu mu?
Yok ama sosyal medyadan sıkı küfür yedim! Birtakım şahsiyetsizler, sahte hesap açıp küfür ediyorlar. Sinir bozucu ama yok sayıyorsun bir süre sonra. Onlar bana doğru bir şeyler yaptığımı da hissettiriyor. Üstelik ben iki tarafın da haksızlık yaptığı ve küfür ettiği anlara tanık oldum. İki tarafın da zıvanadan çıktığı anları gördüm. İki tarafı da böyle anlarda onaylamıyorum, meselenin çözümü başkaydı. Saygısızlık, hadsizlik ve tahammülsüzlüğe tahammülüm yok.

– Oyuncuların oradaki gençlere ağabeylik-ablalık yaptığı söyleniyor.
Doğru, hepimiz öyle yaptık. Bir ara Kanal D kameramanının üzerine yürüdüler, çocuğu tartaklayacaklardı az kalsın, “Aman ne yapıyorsunuz?” dedik. Arkama aldım çocuğu, parktan dışarı çıkardım.

– Gazetecileri orada pek sevmediler…
Öyle değil ama ilk başta medyanın “Ne olacak” deyip ışığa tutulmuş tavşan gibi kalmasına tepkiydi. Korktular çünkü.

– Aman öyle örnek vermeyin, Necati Şaşmaz da fosforlu “Kedi gözü” dedi, günlerce dalga geçtiler.
(Gülüyor) Onu bilmem ama benimle geçmediler. Sonuçta basın silkindi, kendine geldi, her şeyi doğru göstermek zorunda olduğunu hatırladı. Her şey normale döndü sonra. Hafif sandılar, ciddiyeti anlamadılar. Durdular ama o duraksama negatife dönüştü onlar adına.

– Bir ara siz de gazetecilere tepki gösterdiniz, Başbakan’a magazincileri özel hayata müdahale ediyorlar diye şikâyet ettiniz.
Gerçek gazetecilere hiç tepkim olmadı. Bahsettiklerinize gazeteci olarak bakmıyorum, kendilerini insanlara ‘gazeteciyim’ diye yutturmaya çalışmasınlar. Gazetecilik başka bir şeydir. Elinde kamera, onun bunun karısının, kızının fotoğrafını uzaktan gizli gizli çekmek de nedir? Haber mi bu? Kendilerine göre yorum yapan editörlerin önüne koyup, abuk sabuk şeyler yazmanın adı bence gazetecilik değil. Onlara tepkim hayat boyu devam edecek. Şimdi burada seninle belki de bir magazin başlığı altında röportaj yapıyoruz. Gerçek gazetecilerle hiçbir sorunum yok, olamaz. Balık baştan kokuyor; yöneticilere, patronlara hep söylüyorum. Bu tür haberler yapan gazete ve televizyonların kalite değeri, aşağı düşüyor. O tür haberlerin saygınlığı kalmıyor. Bunların aralarında işini gerçekten hakkıyla ve kalitesiyle yapanlar da yok değil, başımızın üstünde yerleri var. Ama kabul edin artık dünya orada değil. Kimse kimsenin k.çını başını merak etmiyor. Herkes istediği k.çı istediği yerde görebiliyor bugün, bir tuşa bastığında.

– Siz de geçen yıl Başbakan’a şikâyet mektubu göndermiştiniz…
Bir mektup yazdım doğru ama içeriği önemli mektubun. Sistemi eleştirdim, var olan sorunları anlatan bir mektuptu. Bu doğrultuda bakılması gerektiğini yazdım, magazinde var olan bakış sisteminin toplum üzerindeki etkisini de anlatmaya çalıştım. Çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, birbirinden uzaklaşmayı anlattım; yalan yanlış yapılan magazin haberlerinin insanların birbirini sattığı, satmasına zemin oluşturduğu, ünlü olmadan hiçbir şey olunamayacağını dayatan bir sistem olduğundan bahsettim.

– Magazin mi bunlara sebep oluyor, biraz abartmadınız mı sanki!
Bakın, tavrım çok net. Ülke için, var olan gençlik için ciddi bir tehlike potansiyeli oluşturduğunu anlattım. Kadınları aşağıladığını, bu sistemin en çok kadınlara zarar verdiğini anlattığım bir mektuptu. Her zamanki gibi haberin kullanıldığı mecra yine magazin olunca farklı yansıdı!

BENİ TEMSİL EDEN BİR PARTİ YOK
– Size Başbakan’a yanaşıyor diye tepki, eleştiri geldi mi?
Hiç öyle düşünmedim ama düşünen olmuştur. Kimseye yaklaşmak gibi bir derdim olmadı. Herkese aynı derecede mesafede dururum. Başbakan’a bile açık açık söylemiştim, hiçbir partinin beni temsil etmediğini! Meclis’te şu anda oy verdiğim bir parti olmadığını. “Siz dâhil kimse beni temsil etmiyor” dedim.

– Aa ne zaman oldu bu?
Açılım toplantıları zamanında. Hâlâ da öyle düşünüyorum, kimse beni temsil etmiyor. Zaten şu anda sokağa baktığımızda gerçekten ülkenin yüzde 75’ini temsil eden net bir parti yok.

– Peki, mektubu niye Başbakan’a yazdınız?
Bu sıralar düşününce “Hata yapmış olabilir miyim?” diyorum. Şimdi olsa mektubu Başbakan’a gönderir miydim?

– Gönderir miydiniz?
Hayır, Başbakan’a değil, yayın yönetmenlerine, Vali’ye, hatta İçişleri Bakanı’na, Aile Bakanı’na hatta bütün bakanlara gönderilmesi gereken bir mektuptu. Başbakan’a göndermemeliydim sadece ama ben gereken yerlere ileteceğini düşünmüştüm. “Daha etkili olur” demiştim. Geçmiş dönemde yorumculardan bir tanesi…

– Yorumcu ne demek anlamadım!
Her şeyin üstüne balıklama atlayan dedikodu yorumcuları var ya onları kast ediyorum. Kendilerine programcı, yorumcu diyorlar! İnsanların özel hayatlarına, yemelerine, içmelerine, gazetede çıkan haberlerinin üzerinden yorum yapan ve para kazanan insanlar bunlar! Para kazanmana sebep olanlar onlar ama yine onları karalıyorsun! Tuhaf bir paradoks!

– “Sen varsın diye ben varım” aslında.
Tabii! Ben senin sayende yokum ki! Hatta “Beni konuşma” diyorum, yok say! “Hayır, konuşacağım” diyor, “Peki saygı duy” diyorum. O da yok. Bunlardan biri var mesela özellikle, Allah ‘esinlikler’ versin… Benim Tweet’lerimi okuyup, karşındaki meçli adamla birlikte; orada inanarak yazdığım şeylerle dalga geçerek, “Çakırrrrrr” diye kahkaha atarak yazdıklarımı aşağılıyordu. Şimdi bu, o programı sunanların değil, kanalın eksisidir. Şimdi o kanalı nasıl ciddiye alayım? İnsanlara ne verirsen onu alırsın ama bir süre sonra onun bunun kalçasından, selülitinden, dedikodusundan bıktılar. Bilinçlendiler, ne diye ekranın başında vakit kaybetsin. Kimse benim bilmem neyimi merak etmiyor. Eskiden magazin programları reytingde ilk üçe girerdi, şimdi nerede? Bıktı millet. Hesap edemiyorlar mı? “Magazin programı yapacağız” diye yöneticileri kandırıyorlar bence. Aralarında düzeyli program yapan var; kaç kişi. “Yakaladık” ne demek anlamıyorum, sistem çöktü. Sen kimsin, polis misin? Ne adına yakalıyorsun? Halk adına mı? Yok ki halkın böyle bir talebi!

– Yakalandığın durum hangisi acaba?
Yakaladık dediğin de eşim, düşünsene! Bu fotoğrafları çeken ve basanlara diyorum ki, “Haydi kendi karılarınızın da resimlerini koyun! Bozuluyorlar! Demek kötü bir şey bu. Bana niye yapıyorsunuz peki? Allah Allah!

– Şöhretin bedeli diyorlar!
Öyle bir bedel yok, herkes mesleğini, işini yapıyor. Kimse bedel ödemek zorunda değil. Allah’tan yeni nesil yutmuyor bunları haber diye. Onlar başka bir bilinçte, başka bir yerde. Yaşasın ki bu tuzağa düşmeyen, kafasını yukarı kaldırıp bakan bir nesil ortaya çıktı.

AYRILIK DA SEVDAYA DAHİLDİR
– Boşandıktan sonra neler yaşadınız?
Bakın ben bu konuyla ilgili sözüm ona yazılıp çizildiği üzere hiçbir şey söylemedim. Sevdaya dair söylenmiş birkaç cümlenin dışında. Aslında iki taraf da aynı tavrı gösterdi. Bilmezler ya da unutmuşlardır belki. Söylediğimin toplamı, ‘ayrılık da sevdaya dahildir’di.

– Kırıldınız mı, üzüldünüz mü?
Boşandıktan sonra hiç konuşmadım. Suskun kaldım, kalmaya da devam edeceğim.

– Pek çok şey yazıldı ama ben sizin ağzınızdan duymak istedim, yazılanlar doğru muydu?
Değildi, mahkemeden çıktığımda da söyledim. Bana göre değil konuşmak, bir erkek böyle bir süreçten sonra konuşmaz. Yaşanması gerekiyormuş, böyle yaşanması gerekiyormuş, yaşadık biz de. Kimse kimsenin arkasından kötü bir şey söylemedi, söylemeyecek de.

– Kötü bir şey söyleyin diye demedim zaten, nasıl etkilendiğinizi merak ettim. Erkekler boşanma sürecinde neler hisseder, çok severek evlendiniz, çok çocuk hayali kuruyordunuz…
Sana bir şey söylesem, başkaları alır açıklamayı çarpıtılır. O süreçte çok şey söylendi hakkımızda, yorumlar yapıldı, açıklama yapsam daha başka şekle dönüşecek biliyorum. Melek Hanım (Angun) da konuşmaz, ben de konuşmam.

akşam