Dolar 32,3679
Euro 35,1021
Altın 2.325,03
BİST 9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 21°C
Açık
İstanbul
21°C
Açık
Cum 23°C
Cts 21°C
Paz 21°C
Pts 23°C

ÜLKÜCÜ ŞEHİT SUHİ KILIÇKIRAN (4 OCAK 1968)

A+
A-

Ruhi Kılıçkıran, 1946 yılında Adana’nın Osmaniye İlçesinin Rızaiye Mahallesi’nde doğdu. Ankara İlahiyat Fakültesi’nde eğitim görüyordu. 22 yaşında iken Ankara Site Yurdu’nun kantininde iftardan hemen sonra silahla vurularak şehit edildi.

“Ülkücü Hareket” in Türk-İslâm davası uğruna verdiği ilk şehit Ruhi Kılıçkıran’dır.

Hakkında yazılan yazılardan iki örnek:

4 Ocak 1968, Ülkücü hareket var olduğu sürece akıllardan çıkmayacak bir kara gündür. Tipi, boran Ankara’nın üzerinde eserken bir can toprağa düşürülüyordu.

Osmaniye den kalkıp Ankara’nın o boğucu insan kalabalığında kendini bulmuştu. İlk günleri zor geçti Ruhi’nin çünkü insan yığını şehre ayak basmıştı. Ankara ne kadar büyük olursa olsun bu Anadolu yiğidine dar geliyordu. Ruhi Ankara Garı’na inip de şöyle bir Ulusa doğru giden caddeye göz gezdirdiğinde Kurtuluş Savaşı’nın o zorlu dönemlerini gözlerinde canlandırıyor ve eski Büyük Millet Meclisi’ne doğru yol alıyordu…

Şahadetinden sonra arkadaşlarının sakladığı mektuplarda “gardaş Ankara çok boğucu geliyor, ilk olarak Anafartalar Caddesini gezdim, eski zor dönemleri âdeta yaşadım” diyordu.

1946 yılında Osmaniye’nin Rızaiye mahallesi’nde dünyaya gelen Ruhi KILIÇKIRAN, çocuk yaşta babası Ömer efendiyi kaybetti ve annesi Münire hanım tarafından yetiştirildi.
İlk ve orta tahsilini Osmaniye’de tamamladıktan sonra 1966 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kaydoldu.

Okulda ve kaldığı Site Talebe Yurdu’nda kendisini sevdirdi ve saydırdı. Çok büyük bir ikna kabiliyetine sahip olan ve davranışlarıyla çevresine örnek olan Ruhi KILIÇKIRAN; bir ruh disiplini ve mücadelede dürüstlük kaynağı olarak kabul ettiği sporun birçok dallarında başarı göstermişti.

4 Ocak 1968 günü, iftardan sonra Site Yurdu kantinine gelerek kasıtlı bir tartışma çıkaran hain eller tarafından kurşunlanarak şehit edildi. Türk-İslâm davası için verilen ilk ülkücü şehidimiz olan Ruhi KILIÇKIRAN ‘ın naaşı Osmaniye’ye getirildi ve anlamlı bir törenle toprağa verildi

Çok küçük yaşlarda babasını kaybeden şehidimiz, ağabeyi Hüseyin’le beraber hayat kavgasına başlıyordu. Henüz ilkokulda iken tatillerde simit satarak ailesine katkıda bulunmaya çalışıyordu. Ortaokul ve lise dönemlerinde de bu böyle oluyordu. Soğuk, sıcak, uykusuzluk demeden, gece gündüz anasına ve ailesine yardımcı olma mücadelesi veriyordu. Lisede iken katıldığı bir müsamerede öğretmeni şiir okuması için Ruhi’ye görev veriyordu. Ruhi mahcup, Ruhi sıkıntılıydı, çünkü müsamere için giyeceği bir ceketi o gün için ödünç alıyordu. Şiir okurken onun mahcubiyetini yaşıyordu ama onun maddî yoksulluğunca büyüyen ve doruğa ulaşan bir manevi enginliği vardı. Hakka hizmet yolunda haksızlıklarla mücadeleyi o dönemlerde yüreğine emziriyordu.

İlahiyat Fakültesi’ni kazanıp Ankara’ya gittiğinde geride gözü yaşlı bir aile bırakıyordu. Ankara’da okuluna kayıt yaptırdıktan sonra Site Öğrenci Yurdu’na yerleşti. Fakir bir ailenin çocuğu idi. Maddî yönden büyük sıkıntılar yaşıyordu… Abisi Hüseyin harçlık gönderiyordu. Ama ailenin geçimi de onun üzerinde olduğu için gerekli şekilde yardımcı olamıyordu. Bundan dolayı, Ruhi abisine ihtiyacının olduğu dönemlerde bile yardımcı olması için talepte bulunmuyordu.

İşte bu dönemlerde şehidimiz sanki açlık orucuna giriyordu, ama yine de bu sıkıntısını ailesine belli etmemeye çalışıyor ve yazdığı mektuplarda daima iyi olduğunu ifade ediyordu. Öyle zor anlar yaşıyordu ki yol parasından iktisat edebilmek için, dini bayramları bile anacığından ve ailesinden ayrı yaşamak zorunda kalıyordu. 1967 yılının Kurban Bayramı’nda gönderdiği fotoğrafın arkasına şöyle bir not düşüyordu: “bensiz geçen Kurban Bayramınızı kutlar ellerinizden saygıyla öperim…”

Şehidimizin bu bayram günü ile ilgili hatıralarını yazdığı not defterine Arif Nihat Asya’nın şu beytini düşüyordu: “Bayram dedi; ben mutluların bayramıyım!
Toplum dedi; mutsuz kişiler toplamıyım…” aynı not defterinin bir başka sayfasında bu büyük mutsuzluğu şöyle izah edecekti. Defterin üzerine bir şema çiziyor, çizgilerde iyice koyu bir şekil var şema şöyle: “Milliyetçilik” diyor ve oklarla umdeleri işaret ediyor birinci okun karşısında kocaman bir “ana hakkı” yazılı. Demek ki mutsuzluğu, milliyetçilik anlayışının en önemli umdesi olan “ana” ile ilgiliydi. Şemada yer alan oklardan ikisinin karşısında yazılı olan “din” ve “vatandaşlık” umdelerine bağlılığıysa ona şahadetini hazırlıyordu…

Bir iftar sonrası Site Yurdu kantini ve mukaddes değerlere açıkça saldırı yapan bir topluluk. Ruhi yemeğini bitiriyor ve iftarını açmanın manevi hazzı ile duasını ediyor, ama kantinde bulunan hain zihniyetli güruh sözlü ithamlarına devam ediyor. Bunun üzerine Ruhi yanına boş bir sandalye çekerek, Türk insanının mukaddes bildiği değerleri tahkir ve tezyif etmemelerini söyleyerek, onları bu konuda oturup konuşmaya davet ediyor. Bu davetin karşılığı olarak hain gurubun elebaşısı, Allah (c.c) ve dini kastederek “olmayan şeylerin tartışmasını mı yapacağız” diyor ve kutsal değerlere küfrünü daha da artırıyor. Ruhi küfrü geri alması uyarısında bulunuyor. Ama o küstah hakaretlerini daha da artırıyor. Bunun üzerine Ruhi’nin yumruğu ile yere yıkılıyor. İşte bu andan itibaren, ihanet sürüsü hep birden Ruhi’nin üzerine saldırıyorlar. Bir tabancadan çıkan ölümün sesine, “Yandım Allah!” sesi katılıyor. Kantin duvarında yankılanıyordu. Bu ses dalga, dalga Anadolu’yu sarıyordu. Allah (c.c) sevdalısı bir çeri Allahsızlarca kurşunlanıyordu.

Önce sıkılı yumrukları gevşedi Ruhi’nin, başı o anlık bir sadelikle ve mazlumca hoşlukla hafifçe döndü, geriye doğru yaslanıp gözünü yumdu. Ebemkuşağı renklerinin, birbirleriyle genişleme savaşındaymış gibi ipil ipildi. Mavi, yeşil, sarı ve sonra kırmızıda soluverdi bütün renkler, koynundan çıkardığı ellerindeydi gözleri. Kıpkırmızı kan… Bir ılıklık yayıldı can vücuda. Osmaniye, anacığımın duası; bir de Çataloluk’tan su içebilseydim diye geçirdi içinden, soğuk soğuk terlediğini hissetti, kırılmış sandalyelerin üzerine yığıldığını fark edemedi bile… Başında beyaz takkesi, sırtında cübbesi, yüreğinde ülküsü, Osmaniye Ulu Camii’nin minberinde adım adım yükseliyordu.

Oy Ruhi… Vay can oğul… Nedendir, nasıldır, niçin? Sorularıyla oyuluyor beynimiz ilk can, ilk kandın, toprağa düşen ilk fidandın… Oldu mu be kader oldu mu şimdi? Ölümlerin en güzeline talip olduk ama çok erken aldın Ruhimizi, çok çabuk yaktın yüreğimizi, şimdi acı bir poyraz uğuldar kulaklarımızda, sancılı, yanık, ezik, türküler dinleriz… Ne onun hatıraları, ne de doğan yeni bir gün doyurur gönlümüzü. Bir kahpelik kurşun çekirdeğinde, onu kaybedeceğimizi düşünemezdik.

Kim derdi ki bu koca yüreğin, umutla çıktığı Osmaniye’den, cansız bir beden olarak geri Osmaniye’ye döneceğini… Yurdumuzun semalarında ezanlar okunan da gönderdik onu… Gözlerimizdeki yaş gidişine değildi, döktüğümüz damlalar onun şahadetine bizim ulaşamayacak olmamızaydı. Gün ola harman ola be yiğidim!.. Gün ola harman ola… Açıp ta o mübarek ellerini bizi yanına aldığın gün sancılarımız, kederlerimiz bitecektir. Gün ola harman ola be yiğidim… Derdime derman ola… Kılıçkıran ilk şehidimiz, Ergenekon’dan çıkışımızın ilk şahididir. Ancak onun şahadetiyle başlayan, ülkücü şehitler zinciri devam edecekti… Şunu yine tekrarlıyoruz; Türk kendine geldiği gün, işte o kahpe eller kendilerine yer ve yurt bulamamanın gerçeğini yaşayacaklardır… Bu şahadet aynı zamanda kızıl emperyalizmin kalesi, milletler hapishanesi kızıl Rus imparatorluğunun yıkılışının da müjdecisi olacaktır. Kızıl Çarların genişleme süreci Ülkücü Hareketin şanlı direnişiyle son bulmuş, ateşe atılan her ülkü deviyle dünya biraz daha huzur bulmuştur.

Bu süreç esir Türklerin Azatlığına kadar devam etmiştir. Türk titreyipte kendine dönene kadar da ülkücü hareketin şanlı mücadelesi bitmeyecektir

Şehidimize Allah’tan rahmet diliyor, şimdi şehidimizin ardından söylenen arkadaşlarının görüşlerine yer veriyoruz

Kaynak: Bilinmiyor

ÜLKÜCÜ HAREKETİN İLK ŞEHİDİ RUHİ KILIÇKIRAN ( 4 Ocak 1968)
İlk Fakat Son Değil

Bir olmak veya olmamak mücadelesinin arifesindedir Türkiye… Çok olaylara gebedir. Neden mi olacak bütün bunlar? Cevap gayet basittir. Artık Türkiye’nin Müslüman-Türklere ait olduğunun ispatlanması lâzım. Hem de bu ispatlama fikir yönünde olduğu kadar gerekirse acı kuvvetle de olacaktır… Biz fikir yoluyla olmasını isterdik, haklı davamızın fikren ispatı çok kolaydı. Ne yazık ki olaylar hiç de düşündüğümüz gibi tezahür etmedi. Şimdi karşımızda taş gibi acı vakıalar var, gerçekler var. Fikren mücadelemizin semere vermeyeceğini en güzel şekilde ispatladılar. Mana yönünden fethi henüz tamamlanmamış olan Anadolu’nun elli yıldan bu yana ilk şehidi. Belki de ruh âleminin çöküntüsü tamamlanmak üzere olan Müslümanlara bir işaret, bir haberci, belki de bir ikaz durumundadır. Ama ne dereceye kadar kıssalardan hisse alacak ve ne dereceye kadar olmak yolunda ölen şehidimizin ruhunu şad edeceğiz… Bu şad ediş ne şekilde olur? Ruhlardaki infial nasıl hareket hâlini alır? Bütün bunların cevabını daha sonra vereceğiz. Şimdi olayın sadece görünüşünü inceleyecek, görünmeyen yönlerine sonra tekrar döneceğiz.

Hadise bütün Müslümanların üzerine rahmet yağan bir ramazan gecesi olmuştur. Herkes insan olmak yönünden kendi nefis muhasebesini bizzat yapar o günlerde. İman cephesi; bir zincirin halkaları misali ayrılmaz olur, birlik ve beraberlik son haddini bulur. Tekleşen gönüller, ifadelerini, bükülen boyunlar ve açılan ellerde bulur. Gözler pınarlar misalidir.

Yağmurlar yağar bu pınarlardan… O yağmurlar ki; inananların gözyaşları ve Hakk’ın rahmetidir, daima… İşte böyle bir gün. Vakit akşamdır. Yani iftar vakti. Akşama kadar İslâm’ın her emrinde bulunan hikmetin yüzlere verdiği İlâhî bir nurla nurlanmış yüzlerin gönül gönüle, kalp kalbe vererek iftar yapışları… Sonra tanıştıklarıyla Lisanı gali ile, tanışmadıkları ile lisanı hâl ile sohbet… Yemeği müteakip namaz ve çay içmek için kantine geliş…

Olay bu anda içeri giren bir şair bozuntusu ile başlar. Hani malûmunuzdur, şu son devirlerde çıkan ve dine, imana söverek meşhur olanlardan. Girer girmez sövgüsüne başlar. Tabiîdir ki Allah’a inananlar böyle aziz bir günde buna tahammül edemezler. Sanatını başka yerde icra etmesini söylerler. Hatta mükerreren rica ederler. Adam gitmek isterse de malûm zihniyetin uşağı olan bay Zülküf, mani olur. Münakaşa uzamış, olay artık bir çatışma hâlini almıştır. Hadisenin yatışması için Yurt Talebe Başkanı, Yalçın Serinsöz araya girer. Bu da sonuç vermez. Ruhi’nin olaya karışması bundan sonra başlar. O, halk şairi(!) ile konuşurken Zülküf, Ruhi’ye saldırır. Artık tren raydan çıkmıştır. Ruhi mukabele eder. Birkaç kişi saldırdığı halde hepsini savmıştır başından. Bu sırada yere düşmüş olan Zülküf, tabancasını iki defa ateşler. Bunu kardeşinin namluyu Ruhi’nin sırtına dayayarak sıktığı kurşun takip eder. Artık yere yuvarlanmış ve öldürücü yara açılmıştır. Hemen hastaneye kaldırılmasına ve her türIü ihtimama rağmen kaderin tecellisine uyarak, 4 Ocak 1968 akşamı saat 20.00 sularında Hakk’ın rahmetine kavuşur.

Görünüş itibariyle cinayetle sonuçlanan bir olay ve her gün rastlanan zabıta vak’alarından biri olmaktan öteye gitmeyen bu hadise acaba bu kadar basit bir düşünce ve yorumla bizi gerçeğe götürür ve hakikati buldurabilir mi?… İşte bu suale her aklı selim sahibinin vereceği cevap: Hayırdır. Bu hayır ifadesinin manasına nüfuz edebilmek için olayların öncesine bir göz atmak gerekir. Şöyle ki geçen sene Site Yurdu Başkanlığını Zülküf Şahin yapmıştır. Bu seneki seçimlerde yurt idareciliğini ve başkanlığını imanlı gençler ele geçirmişlerdir. Seçimler arifesinde en geniş faaliyette bulunanlardan biri de Ruhi’dir. Zülküf, başkanlığı sırasında yurdun lokantasına ve kantine akrabalarını ve üvey kardeşini yerleştirmiştir. Ruhi’yi vuran Zülküf’ün üvey kardeşidir. Kavgayı başlayan ise Zülküf. Gelen şair bozuntusu. Allah’a ve dine küfrettiğine, Zülküf’le özel olarak tanıştığına göre bu bir tertiptir. Tertiptir ve bu tertibi malûm zihniyetler yapmıştır. Malûm zihniyetler diyorum çünkü Zülküf, T.İ.P. (Türkiye İşçi Partisi) Gençlik Kolları başkanlığını uzun zamandan beri yapmaktadır. Aynı zamanda yurtta bu fikirlerinden dolayı tanınan ve nefret edilen bir kişidir. Bundan önce de fikirlerinden dolayı kavgaya girişmiş ve linç edilmekten kurtulmuştur.

Tertiptir çünkü; sekiz seneden beri Hukuk Fakültesi’nde talebe olan Zülküf, tabanca taşımanın suçunu çok iyi bilmektedir. Silah taşımak ve bile bile suç işlemekse bir kastı icap ettirir. O hâlde bu yine bir tertiptir. Neyse… Bu babda söylenecek söz çok ama biz bu kadarla iktifa ediyoruz. Olayın bir diğer yönü daha vardır.

O da Komünistlerin artık Müslümanlara karşı fiili harekâta başlamalarıdır. Aslında yapmak istedikleri şeyi şimdilik kaydı ile bir kişi üzerinde tatbik etmektedirler.

Oysa bu bir kişi; sen, ben veya bir başkası olabilirdi. Herhangi bir Müslüman… O takdirde onlar yine yapmak istediklerini yapmış olacaklardı. Zira öldürecekleri herhangi bir Müslüman-Türk’ün şahsında bütün Müslümanlara yönelttikleri silâhı ve gıcırdattıkları sırtlan dişlerini görmemek mümkün değildir. Bu cennet yurdu kızıl bir peyk ve bu peykin yarınki köpekleri olmak sevdasından gözü dönen bu köpeklerin artık son bir derse ihtiyaçları vardır. Zira bunlar zemzem kuyusuna siğerek meşhur olmak isteyen kuduz köpeklerdir.

Artık zaman gelmiştir. Hukuk devleti içinde aleni cinayet işleyenlerin cezasını elbette sadece mahkemeler değil; Müslüman-Türklerin vicdanları ve aksiyonları da verecektir. Zira bu mecburiyettir. Böyle yapılmazsa: ilk kurşunu takip edecek birçok kurşunlar ve ilk şehidi takip edecek bir çok şehitler olacaktır. Bu kurşun ilktir fakat son değil. Şehidimize Allah’tan rahmet, bütün gönüldaşlarına ve ailesine baş sağlığı dileriz.

Kaynak: Sıtkı Keskin (Üniversite ve Köy Dergisi Ocak – 1968).

ETİKETLER: