Dolar 32,3767
Euro 34,9830
Altın 2.326,16
BİST 9.075,39
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 23°C
Az Bulutlu
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cts 21°C
Paz 22°C
Pts 24°C
Sal 19°C

ERDOĞAN, ALDATILDIK DEDİ

A+
A-

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Harp Akademileri Komutanlığı’nı ziyaret ederek subaylara hitap etti. Konuşmasında Ergenekon ve Balyoz operasyonlarındaki subay tutuklamalarına da değinen Erdoğan, “Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı” dedi.

CUMHURBAŞKANLIĞI internet sitesinden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmanın tam metni yayınlandı.

Erdoğan’ın konuşması şu şekilde:

“Bugün burada Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin değerli komutanlarıyla, kahraman subaylarıyla birarada olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Sizlerin nezdinde Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin tüm mensuplarına, Mehmetçiklerimizin her birine, şahsım, ülkem ve milletim adına şükran duygularımı ifade ediyorum. Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, ahirete irtihal etmiş tüm gazilerimizi, bir gül bahçesine girercesine toprağa düşmüş tüm şehitlerimizi hürmetle yad ediyorum. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz pilotlarımız başta olmak üzere, son dönemde yurt içinde ve yurt dışında, görev sırasında hayatını kaybeden tüm subaylarımıza, astsubaylarımıza, uzmanlarımıza, er ve erbaşlarımıza Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum. Dün 100. yıldönümünü idrak ettiğimiz Çanakkale Deniz Zaferimiz için kahraman ordumuzu bir kez daha tebrik ediyorum. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’yle birlikte Hicaz-Yemen, Sina-Filistin, Irak, Kafkasya, Galiçya ve Balkan cephelerinde fedakarca savaşan tüm askerlerimizi rahmetle anıyorum. Milletimizin 200 yıllık makus talihinin kırıldığı yer olan Çanakkale, Kurtuluş Savaşımızın da habercisiydi, müjdecisiydi. Kurtuluş Savaşımızın tüm cephelerinde, asker ve sivil olarak savaşan gazilerimizi, şehitlerimizi de bir kez daha rahmetle yad ediyorum. Kore’de, Kıbrıs’ta, uzun yıllar süren terörle mücadele döneminde şehit olan, gazi olan tüm askerlerimizi minnetle anıyor, şehitlerimize rahmet diliyor, hayatta olan gazilerimize uzun ömürler temenni ediyorum”

“TARİHİN GÖRDÜĞÜ EN BÜYÜK SOYKIRIMLARINDAN BİRİNE ŞAHİT OLMUŞTUR”

“Bu yıl, 100’üncü yıldönümüne ulaştığımız Çanakkale Savaşlarını, 1877-1878 yıllarında yaşanan 93 Rus Harbi ve 1912 Balkan Harbi ile birlikte değerlendirmemiz gerektiğine inanıyorum. Gerçekten de, 93 Rus Harbi ve 1912 Balkan Harbi, milletimizin hafızasında çok derin izler bırakmış, gönlünde çok derin yaralar açmıştır. Bu iki savaş sonunda, Rumeli’deki anavatanımız olan Balkanları, hem toprak olarak, hem de nüfus olarak, neredeyse tamamen kaybettik. Bugün çeşitli Balkan devletlerinin sınırları içinde, sembolik Müslüman nüfuslarına sahip şehirlerin her biri, ülkemizdeki Edirne gibi, Tekirdağ gibi her şeyiyle bizim olan, sokaklarında Türkçe konuşulan, okullarında Türkçe eğitim verilen, alışverişi Türkçe yapılan yerlerdi. Bugün misafir olarak, turist olarak gezdiğimiz Balkan coğrafyası, bizim en verimli, en değerli, en gözde parçamızdı. İstanbul’dan bile daha önce sahip olduğumuz, İstanbul’dan bile daha eski hatıralarımızın bulunduğu bu coğrafyayı kaybedişimizin hazin hikayesine burada girmeyeceğim. Aslında, bilhassa 1912 Balkan bozgununun, bizim için her bakımdan, sonsuza kadar unutmamamız gereken dersler içeren bir trajedi olduğunu da belirtmek istiyorum. 93 Rus Harbinden başlayıp 1912 Balkan bozgununa ve Kurtuluş Savaşımıza kadar devam eden süreçte, bu coğrafya, tarihin gördüğü en büyük soykırımlarından birine şahit olmuştur.

“MAALESEF, BU BÜYÜK SOYKIRIMIN İSTATİSTİĞİ DAHİ TUTULAMADI”

“Bu, Türk ve Müslüman soykırımıdır. Bugün Anadolu’nun ve Trakya’nın neredeyse her şehrinde, bu savaşlardan kaçıp gelmiş kardeşlerimiz yaşıyor. Ama bir de bu yolculuğa hiç çıkamamış olanlar, yola çıkıp da menzile ulaşamamış olanlar var.

Maalesef, bu büyük soykırımın istatistiği dahi tutulamadı. Farklı rakamlar ileri sürülmekle birlikte, bu süreçte 2 milyon civarında kardeşimizi kaybettiğimiz ifade edilir. Dikkatinizi çekiyorum, 1800’lü yılların başında Anadolu’da, yarısından fazlası Müslüman olmak üzere 12 milyon; Balkanlarda ise yine yarısından fazlası Müslüman olmak üzere 10 milyon nüfus vardı. 1900’lerin başına geldiğimizde, topraklarımızda, 12 milyonu Müslüman 16 milyon insan kalmıştı. 1923 yılında, Cumhuriyetimizi kurduğumuzda ülkemizin nüfusu 13 milyondu ve dini inanç bakımından büyük ölçüde homojenleşmişti. Bu homojenizasyon, Cumhuriyetimizi kuranların, Balkan faciasının dersleri ışığında yaptıkları bilinçli bir tercihti ve çok doğruydu. Bu sürecin sonunda Balkanlarda ise, biraz önce de ifade ettiğim gibi, sembolik düzeyde bir Türk ve Müslüman nüfusu kalmıştı. İşte Çanakkale Savaşları, 93 Harbi ve bilhassa 1912 Balkan bozgununa karşı, askeriyle, siviliyle, milletimizin topyekün bir başkaldırısıydı, isyanıydı, yeminiydi. Çanakkale Savaşından kısa bir süre önce yaşanan Sarıkamış faciası da bu duyguları iyice bilemişti. Gazi Mustafa Kemal, Arıburnu’nda hücum emri verirken, askerleriyle birlikte, “BALKAN UTANCINI BİR DAHA GÖRMEKTENSE BURADA ÖLME” yemini ediyordu.

“Balkan bozgunu, işte böylesine bir ruh haline yol açmıştı. Milletimizin geçtiğimiz 200 yıldaki ruh halini Çanakkale öncesi ve Çanakkale sonrası diye ikiye ayırmak gerekir. Ömer Seyfettin, 1917 yılında yazdığı “Çanakkale’den Sonraö isimli eserinde, işte bu ruh halini anlatır. Çanakkale’ye gönüllü olarak ve adeta koşa koşa giden, dönemin en eğitimli, en donanımlı kahramanları, şehit olma hayaliyle, geride bıraktıkları mektuplarda “EY ANNE! AĞLAMA!” 1 diye sesleniyorlardı. Üsteğmen Zahit, yazdığı mektupta eşine, “RUHUMA BİR MEVLİT OKUTMAK VİCDANINIZA KALMIŞTIR. KENDİM İÇİN BAŞKA BİR ŞEY İSTEMİYORUM. ŞEHİTLİK BANA YETER” 2 diyordu. Kayserili asker Mehmet oğlu Mustafa yaralanıp hastaneye kaldırıldığında, annesi onun için dövünmek, ağlamak bir yana, kendisine yazdığı mektupta, “KOLUNUN O HAFİF YARASI YÜZBİN MÜSLÜMAN NAMUSUNU KURTARDI” 3 diyerek, adeta sevincini ifade ediyordu. Seddülbahir’de düşmanı süngüleriyle denize döken asker, komutanına, “EMİR VER KUMANDANIM! EĞER ŞU DÜŞMAN ZIRHLILARININ SÜNGÜLENECEK BİR YERLERİ VARSA, DENİZE GİRELİM, ONLARI DA SÜNGÜLEYELİM!

“4 diye yalvarıyordu. Yine cephede, sol kolunu kaybettiği için tüfeğini kullanamayan bir asker, komutanına, “BENİM SEVGİLİ ZABİTİM, BİR KOLUM DÜŞTÜ, TÜFEKLE ATEŞ EDEMİYORUM. BARİ ŞU BELİNDEKİ TABANCAYI VER DE DÜŞMANA KARŞI BOŞALTAYIM” 5 diye yalvarıyordu. Cephedeki oğluna mektup yazan baba, “OĞLUM! YA GAZİ OLUP AVDET, YA ŞEHİT OLUP DAHİL-İ CENNET OL” 6 diyerek, duygularını ifade ediyordu

Teğmen Mehmet Dursun, savaşta yaralanıp Kilitbahir Hastanesinde kendine geldiğinde yaşadığı duyguları hatıralarında şöyle anlatıyor: “GÖZLERİMİ AÇTIĞIM VAKİT KENDİMİ YATAKTA KOLSUZ OLARAK BULDUM. VATAN İÇİN BU HALE GELDİĞİMİ DÜŞÜNEREK TESELLİ OLDUM” 7

Hüseyin Sabri Beyin mektubundaki şu veciz ifadeyle bu örnekleri tamamlamak istiyorum.

“BALKAN MUHAREBESİ’NDE PAK NASİYEMİZE HAKSIZ BİR SURETTE SÜRÜLEN O LEKEYİ, HAMD OLSUN KANIMIZLA SİLDİK, TEMİZLEDİK.” 8″

“BU RÜYA, 1915’TE ÖNCE DENİZDE, SONRA KARADA BİR KABUSA DÖNDÜ”

“Evet, Balkan bozgununun utancını, bu millet Çanakkale’de, varını, yoğunu ortaya koyarak, gerçekten de kanıyla, canıyla silmiş, temizlemiştir. Şu da üzerinde ittifak edilen bir gerçektir ki, Çanakkale’den aldığımız güçle, moralle, inanç tazelemeyle Kurtuluş Savaşımızı başlattık ve zaferle sonuçlandırdık. Şüphesiz, Çanakkale Savaşında düşmanın asıl hedefi İstanbul’u ele geçirmekti.

Çanakkale’de ordularımızı ezip İstanbul’a ulaşmak, buraya dönemin en modern, en güçlü, en donanımlı ordularını yığanların 500 yıllık rüyasıydı. Bu rüya, 1915’te önce denizde, sonra karada bir kabusa döndü.

1918’de, savaşsız, zahmetsiz İstanbul’u işgal eden düşman kuvvetleri için, bu, bir zafer değil, sadece buruk bir teselliden ibaretti.

Çünkü, Çanakkale ruhu Anadolu’da alev alev yanıyordu. Bu özgürlük ateşinin İstanbul’u kendilerine yar etmeyeceğini gayet iyi biliyorlardı. Nitekim, 1923 yılında, bu buruk teselliyi de geride bırakarak İstanbul’u terk etmek zorunda kaldılar. 93 Harbi ve Balkan Bozgunu ile başlayıp Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları ile renk değiştirerek günümüze kadar etkileri ulaşan bu süreç, içinde, geleceğimizi de aydınlatacak çok önemli dersler barındırıyor. Ben, Çanakkale’de zirveye çıkan bu hissiyatın, Kore’de de, Kıbrıs çıkarmasında da, bölücü teröre karşı uzun yıllar boyunca verdiğimiz mücadelede de en büyük moral kaynağımız olduğuna inanıyorum.

Bugün de, şehitlerimizin geride bıraktıkları aileleri, acılarını yüreklerine gömerek, metanetle, gururla “VATAN SAĞOLSUNö diyorlarsa, Çanakkale ruhu tüm ihtişamıyla yaşıyor demektir. Bu duyguyu, bu ruhu, bu inancı güçlendirerek yaşatmak, hepimizin en başta gelen görevidir. İnsanımızın bu ruhu kaybettiği gün, devlet ve millet olarak bizim de geleceğimizin karardığı gündür.

Cumhurbaşkanından Başbakanına, Genelkurmay Başkanından her rütbedeki subayına, siyasi parti liderlerimizden sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcilerine kadar hepimiz, bu konuda sorumluluk sahibiyiz. Bu bizim, en başta şehitlerimize ve gazilerimize, daha da önemlisi bu coğrafyayı vatan yapmak için bin yıldır her türlü fedakarlığa katlanan milletimize karşı asli vazifemizdir.

Rabbime, büyük şairimiz, bayrak şairimiz Arif Nihat Asya’nın ifade ettiği gibi dua ediyorum;

“BİZİ SEN SEVGİSİZ, SUSUZ, HAVASIZ;
VE VATANSIZ BIRAKMA ALLAH’IM.”

“HİÇ SÖNMEMİŞ OLAN GÜÇLÜ KARDEŞLİK DUYGULARIMIZI YENİDEN CANLANDIRDIK”

“Ülkemizin merkezinde yer aldığı coğrafya tarihi bir değişim döneminin sancılarını yaşıyor. Bu sancılar kimi yerlerde siyasi kriz, kimi yerlerde sosyal çalkantı, kimi yerlerde fiili çatışma olarak ortaya çıkıyor. Pek çok yerde de hepsi birden tezahür ediyor.

Güneyimizdeki Suriye’den başlayan sorunlar geriye doğru Irak’la, İran’la devam ediyor. Doğumuzda Ermenistan ve Gürcistan, kuzeyimizde Rusya ve Ukrayna’ya bu sıkıntılı çemberi sürdürüyor. Balkanlar hiçbir zaman azalmayan gerilimli ortamıyla buraya ekleniyor. Kıbrıs meselesi, sorun ajandamızın daimi gündem maddesi olarak, yerini muhafaza ediyor. Çemberi biraz genişlettiğimizde de ortaya çıkan manzara farklı değil. Mısır, Libya ve Yemen başta olmak üzere Kuzey Afrika, aynı şekilde çatışma haberlerinin eksik olmadığı bir coğrafya… Afganistan’daki, Kafkasya’daki, Orta Afrika’daki sorunlar bitmiş değil. Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımız, yabancı düşmanlığı ve İslamofobya kampanyalarının en başta gelen hedefleri durumunda. Türkiye, bu coğrafyaların hiçbirine sırtını dönme, buralarla ilgilenmeme lüksüne sahip değildir. Bu salonda, bu bölgelere çeşitli vesilelerle gitmiş, görev yapmış olan çok sayıda arkadaşımız olduğunu tahmin ediyorum. Harp Okulu yıllarından başlayarak, Akademi safhası da dahil olmak üzere, her aşamada aldığı eğitimle, tüm subay arkadaşlarımın, bu coğrafyalarla olan ilişkilerimiz konusunda çok kapsamlı bir birikime sahip olduğunu biliyorum. Türkiye’nin zor yıllarında, sıkıntı zamanlarında bu coğrafyaların ihmal edilmiş olması, devletimizin de, milletimizin de buralara sırtını döndüğü, unuttuğu, gönül bağlarını kopardığı anlamına kesinlikle gelmiyor. Nitekim, imkanlarımız el verdiği anda, ilgili kamu kurumlarımızla, sivil toplum kuruluşlarımızla, iş adamlarımızla, asırlık hasreti dindirmek için bu coğrafyalara adeta koştuk.

Oralardaki kardeşlerimizle kucaklaştık, hemhal olduk. Hiç sönmemiş olan güçlü kardeşlik duygularımızı yeniden canlandırdık.

Geride bıraktığımız tarihi ve kültürel miraslarımıza sahip çıktık, onları ihya etmenin gayreti içine girdik. Hamdolsun bu çabalarımızdan çok güzel neticeler de aldık, alıyoruz. Ama bu arada, küresel sistem yeni bir yapılanma döneminin içine girdi”

“BUNUN TÜRKİYE’YE BİR BEDELİ ELBETTE VAR”

“Biz, asırlık ayrılığın yol açtığı eksikleri telafi etmenin mücadelesini verirken, yepyeni durumlarla, yepyeni şartlarla karşı karşıya kaldık, kalıyoruz. İlk başta demokrasi, insan hakları, refah gibi bizim de samimiyetle desteklediğimiz ilkeler çerçevesinde başlayan bu süreç, sonra şekil değiştirdi. Demokrasi tercihi yerini zalim diktatörlerin desteklenmesine bıraktı. İnsan hakları vurgusundan yüzbinlerce masumun öldürülmesi karşısında sessizliğe bürünülen bir iklime geldik. Refah için atılan adımların kapısı bombalarla, çatışmalarla yıkılan hayalet şehirlere çıktı. Tüm bu yürek kanatıcı, vicdan yaralayıcı gelişmeler karşısında Türkiye, kararlılıkla ve erdemle, kardeşlerinin yanında olmayı sürdürdü. Bilhassa sıcak çatışma alanları olan Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta, Libya’da, Ukrayna’da bu tavrımızı koruyoruz, koruyacağız. Bunun Türkiye’ye bir bedeli elbette var. Ama, buralardaki kardeşlerimizin zor zamanlarında yanlarında olmak, bizim tarihi ve vicdani sorumluluğumuzdur. Biz buna samimiyetle inanıyoruz.

100 yıl önce Suriye’den çekilirken, oradaki insanlar askerlerimizin boynuna sarılıp “BİZİ KİMLERE BIRAKIP GİDİYORSUN EY TÜRK” diye ağlamıştı. Geçtiğimiz yıllarda Makedonya dağlarında bir köye giden TİKA ekibimize, orada bulunan bir ihtiyar amca, “HOŞ GELDİNİZ… AMA NİYE BU KADAR GECİKTİNİZ… 100 YILDIR SİZİ BEKLİYORUZ…” diyerek göz yaşları içinde duygularını ifade etmişti.”

“HER TÜRLÜ RİSKİ ALARAK, KARDEŞLERİMİZİN YANINDA OLMALIYIZ”

“Biz, 100 yıl önce tüm bu coğrafyalardan askeri olarak çekilmiş olabiliriz. Aramıza sınırlar, tel örgüler, mayınlı araziler, gümrük kapıları girmiş olabilir. Ama bizim bu coğrafyalardaki insanlarla kalplerimizde, yüreklerimizde, hatta zihnimizde hiçbir zaman sınırlar olmadı.

Herşeyden önce bu coğrafyalardaki insanların büyük bölümüyle aramızda akrabalık ilişkileri var. Bugün sınırın ötesi dediğimiz yerlerle arasındaki fark, dün, iki vilayetimiz arasındaki fark kadardı. Bu konuda milletimizin hafızası da, devletimizin hafızası da gayet nettir.

Şayet bugün, sıkıntıya düştükleri bu zor zamanlarda kardeşlerimize el uzatmaz, “BANA DEĞMEYEN YILAN BİN YAŞASIN” anlayışıyla onlara sırtımızı dönersek, yarın ne yolumuzu gözleyenler, ne gitme diye boynumuza sarılanlar bulabiliriz.

Nasıl dün Çanakkale Savaşına, Balkan bozgununun telafisi olarak bakıp dört elle sarıldıysak, bugün de, bölgemizde yaşanan hadiseleri 100 yıllık ayrılığın telafisi fırsatı olarak görüp, her türlü riski alarak, kardeşlerimizin yanında olmalıyız. Dün, Çanakkale’deki muhteşem zafere rağmen nasıl Kurtuluş Savaşına karşı çıkanlar, bağımsızlık mücadelemize mesafeli duranlar çıktıysa, bugün de, elbette yaşanan olaylar karşısında izlediğimiz politikayı farklı değerlendirenler olabilir. Bunların bir kısmı iyi niyetle yapılırken, bir kısmı da kötü niyetin, ülkemize ve milletimize gizli-açık düşmanlığın tezahürü olarak ortaya çıkıyor”

“ŞAH FIRAT OPERASYONU, ASKERİ BAKIMDAN GERÇEKTEN ÇOK BAŞARILI BİR ŞEKİLDE İCRA EDİLDİ”

“İşte Süleyman Şah Türbesinin ve oradaki karakolumuzun taşınması konusunda yürütülen tartışmaları hep birlikte takip ettik, hep birlikte yaşadık. Şah Fırat Operasyonu, askeri bakımdan gerçekten çok başarılı bir şekilde icra edildi. Bu vesile ile harekâta katılan tüm personelimizi canı gönülden kutluyorum. Şah Fırat Operasyonu, devletin ilgili tüm kurumlarının örnek düzeyde işbirliği ile gerçekleştirilmiş olmasıyla da ayrıca takdire şayandır. Bu vesileyle, harekâta ilişkin iki önemli noktayı da burada vurgulamak istiyorum.

Öncelikle, herhangi bir vatan toprağı terk edilmemiş, sadece uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan haklarımız çerçevesinde, Süleyman Şah Türbesinin Suriye toprakları içerisinde yer değişikliği yapılmıştır.

İkinci olarak, bazı basın yayın organlarında iddia edildiği gibi geride herhangi bir askeri silah, araç ve teçhizat ile kutsal emanet de bırakılmamıştır. Bu operasyonla ilgili oluşturulmak istenen ve kesinlikle ülkemizin, milletimizin hayrına olmayan algının gerisindeki niyeti gayet iyi biliyoruz”

“TÜM ÜLKE YANLIŞ YÖNLENDİRİLDİ, ALDATILDI”

“Süleyman Şah Türbesi hadisesinden önce Suriye’deki Türkmen kardeşlerimize yardım götüren MİT tırlarına yapılan operasyona şahit olduk. Hatta daha da ileri giderek ifade ediyorum; komutanlarımıza, subaylarımıza, askerlerimize yönelik operasyonları da ben aynı kapsamda değerlendiriyorum. Suçluyla suçsuzun, gerçekle yalanın, doğruyla yanlışın aynı torbaya konularak yürütüldüğü bu operasyonlarla, şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı. Kurumlarımızın içinde örgütlenmiş, güçlü medya desteğiyle teçhiz edilmiş bir yapının, Türkiye’yi ele geçirmek için yürüttüğü bir kumpasa, bir darbe teşebbüsüne hep birlikte maruz kaldık. Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pekçok komutanın tutuklanmasına şahsen gönlüm hiçbir zaman razı olmadı. Tereddütlerimi, itirazlarımı o dönemde bu işin sorumlularına ifade ettim, hatta kamuoyu önünde de dile getirdim. Ama o zaman önümüze konan, ancak çoğunun sahte ve çarpıtılmış olduğu daha sonra ortaya çıkan belgeler, bilgiler karşısında, hukuka saygı gereği, yapacak bir şeyimiz kalmadı.

Bu süreçte, Başbakan ve Hükümet olarak bizim de, Genelkurmay Başkanımızın ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin de, hukuk devleti ilkesine saygının gereğini yerine getirmek dışında bir duruşumuz olmadı. Uzun süredir temkinle yaklaştığım, faaliyetlerini takibe aldığım bu yapı, biliyorsunuz, 17-25 Aralık 2013’de doğrudan hükümeti devirmeye ve adeta Türkiye’ye topyekün el koymaya yönelik bir teşebbüse girişti. Yolsuzluk kılıfı altında başlattıkları bir operasyonla, şahsımla birlikte ülkemizin tüm milli kurumlarını, milli projelerimizi hedef aldılar. Milletimizin desteğiyle bu teşebbüsü akamete uğrattık. Türkiye için bir tehdit olarak değerlendirdiğimiz Paralel Devlet Yapılanmasına karşı süratle gerekli tedbirleri almaya başladık. Bu meseleyi Milli Güvenlik Kurulumuzun da takibine aldık.

Tüm kurumlarıyla devlet olarak bu konuda kararlı bir duruş içindeyiz. Milletimiz de, gerek mahalli seçimlerde, gerekse Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya koyduğu iradeyle bu konuda devletinin yanında olduğunu gösterdi. Hukuk devleti sınırları içinde, kararlılıkla, azimle bu yapının üzerine gidiyoruz, gitmeye devam edeceğiz”

Geçmişte hangi sıkıntıları yaşamış olursak olalım, Türkiye Cumhuriyeti devletinin “DEMOKRATİK, LAİK, SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ” vasıflarından asla taviz vermeyeceğiz”

” BU SÜREÇTE DE ELBETTE YAŞANAN MAĞDURİYETLER, ACILAR VARDIR”

“Bu ilkelerden sadece herhangi birine değil tamamını birden aynı kararlılıkla sahip çıkarak meselelerimizi çözebileceğimize inanıyorum. Bunun için diyorum ki, Türkiye demokrasi ve insan hakları yolundaki mücadelesinden asla vazgeçmeyecek.

Türkiye, vatandaşlarının inanç özgürlüğünün teminatı olan laiklikten asla geriye gitmeyecek. Türkiye, sosyal devlet ilkesinin gereği olarak tüm vatandaşlarının refahtan pay almasını sağlamaya devam edecek. Ve Türkiye tüm bunları, hukuk devleti ilkesini titizlikle koruyarak, işleterek, buna sadık kalarak yapacak. Ülkemizde her dönemde farklı kesimler, farklı sebeplerle, çeşitli acılar ve mağduriyetler yaşamışlardır. Bu süreçte de elbette yaşanan mağduriyetler, acılar vardır. Geçmişte nasıl, kimse yaşadığı acıların ve mağduriyetlerin hesabını kişisel olarak görmeye kalkmadı, mücadelesini demokrasinin ve hukukun imkanları içinde verdiyse, şimdi de aynı yöntemi takip etmemiz gerekiyor. Türkiye’ye yakışan budur, bize yakışan budur”

“SÜREÇ BİR ANDA ORTAYA ÇIKMIŞ DA DEĞİLDİR”

“2023 hedeflerimize giden süreçte, önümüze çıkan engelleri birer birer aşarak yolumuza devam ediyoruz, edeceğiz. Çözüm Süreci, bu yolun en kritik dönemeçlerinden biridir. Bu proje, Türkiye’nin 30 yılına, 40 bin canına ve yüzlerce milyar dolar kaynağına malolan bölücü terör meselesini, demokrasinin sağladığı imkanlar içinde çözme iradesinin adıdır.

Süreç bir anda ortaya çıkmış da değildir. Önce Demokratik Açılım olarak ifade ettiğimiz, daha sonra Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak ileri bir safhasına geçirdiğimiz bu çalışmaları, nihai hedefe ulaşmak üzere Çözüm Süreci başlığıyla uygulamaya koyduk.

Şu, herkesin kabul ettiği bir gerçektir: Türkiye, bölücü terör örgütünü askeri olarak yendiğini, yenebileceğini defalarca ortaya koymuştur.

Ancak, bölücü terör örgütünün askeri olarak yenilmesinin sorunu çözmediğini de bu süreçte hep birlikte gördük.

Bölücü terörü tamamen ortadan kaldırmanın yolunun, soruna ve istismara yol açan faktörlerin çözümünden geçtiği tespitiyle işte bu çalışmaları başlattık. Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda gerçekleştirdiği reformların, refahı artırmak için yaptığı yatırımların sadece bir kesime yönelik olması asla söz konusu değildir. Biz, 78 milyon insanımızın her biri için, 81 vilayetimizin tamamı için bu çalışmaları yürüttük, yürütüyoruz. Kürt vatandaşlarımızın hak ve özgürlük sorunları daha köklü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzun ihmal edilmişliği daha derin olduğu için, bu yönde bir yoğunlaşma ortaya çıktı.

Her zaman ifade ediyorum; ülkemizde demokrasi adına yapılan ne varsa, bundan Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Roman; ülkemizdeki her kesimden vatandaşımız aynı derecede yararlanır. Ülkemizde altyapıdan üstyapıya ne kadar yatırım varsa, bundan her bölgemiz, her şehrimiz, her köyümüz aynı şekilde faydalanır. Çözüm Süreci, bu çerçevede hiç kimseye ayrıcalık sağlama amacı gütmüyor.

Bununla birlikte, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde eskiden beri devam eden sorunlarının çözümü konusunda, yöntem olarak farklı beklentilerinin olduğu da bir gerçektir. Biz, Çözüm Süreci’yle, bölgenin gerçeklerine ve bölge halkının beklentilerine uygun şekilde bu meselenin halli için gayret gösteriyoruz. Kullandığımız araçlar, devletin bu meselenin çözümü için eskiden beri kullandığı enstrümanları da içeren, ama çok daha kapsamlı, çok daha gerçekçi yöntemlerdir.

Kırmızı çizgilerimizi “TEK MİLLET, TEK BAYRAK, TEK VATAN, TEK DEVLET olarak Yozgat’ta hangi kararlılıkla ve ne kadar yüksek sesle söylüyorsak, Diyarbakır’da da, Hakkari’de de aynı şekilde ifade ediyoruz”

“KARŞIMIZDAKİ YAPI, SİYASİ KANADIYLA DA, SİLAHLI KANADIYLA DA YEKPARE BİR GÖRÜNTÜ VERMİYOR”

“Bugüne kadar bölgede, bunu bizden başka söyleyebilen ve halktan destek alan, teveccüh gören kimse de çıkmamıştır.

Geldiğimiz noktada diyoruz ki, ülkemizde artık, tıpkı diğer kesimlerin hak ve özgürlük sorunları olmadığı gibi Kürt kardeşlerimizin de bu tür sorunları yoktur. Türkiye, demokrasi ve ekonomi açısından Kürt sorununu, diğer kesimlerin sorunlarıyla birlikte, geçtiğimiz 12 yılda yapılan çalışmalarla artık geride bırakmıştır. Bölücü terör sorununu ise, silahların bırakılarak, mücadelenin artık demokratik zeminde yürütülmesi kararının alınıp uygulanmasıyla, nihayete erdirmeyi hedefliyoruz. Bu konuda devlet üzerine düşeni harfiyen yapmıştır.

Ancak, karşımızdaki yapı, siyasi kanadıyla da, silahlı kanadıyla da yekpare bir görüntü vermiyor. Farklı ülkelerin tesirindeki farklı eğilimlerin, süreci farklı yerlere çekme gayreti içinde olduğunu görüyoruz, biliyoruz. Şahsım başta olmak üzere, milletçe, sabrımızın zorlandığı, tereddütlerimizin arttığı günler yaşadık. Buna rağmen, bugüne kadar meseleyi soğukkanlılıkla, dirayetle, umutla getirdik.

Süreçte artık sözün bittiği, uygulamanın konuşacağı bir yere geldik. Bu kritik dönemeci olumlu bir şekilde geride bırakırsak, Türkiye olarak 2023 hedeflerimizle birlikte, artık 2053 ve 2071 vizyonumuza odaklanabileceğimiz bir döneme gireceğiz. Çözüm Süreci konusunda, ülkenin bölüneceği iddiası başta olmak üzere, polemik amaçlı ifade edilen söylemlerin hiçbiri gerçeği yansıtmıyor”

“YETER Kİ SİLAHLARIN SESİ DEMOKRASİNİN SESİNİ BASTIRMASIN”

“Biz, vatan sevgimizi, millet sevgimizi, ülke sevgimizi kimseye ölçtürmeyiz. Bizim bu konudaki beratımız, milletimizin rızasıdır, milletimizin desteğidir. Bursa’daki vatandaşımızla Van’daki vatandaşımızı, Trabzon’daki vatandaşımızla Mardin’deki vatandaşımızı, Kırıkkale’deki vatandaşımızla Şırnak’taki vatandaşımızı aynı umut, aynı beklenti etrafında buluşturabilmişsek, burada ümit var demektir.

Provokasyonlara, tahriklere, şımarıklıklara bakarak milletimizin bu umudunu yıkamayız. Eğer nihai çözüm için bir ışık varsa, bunu sonuna kadar takip etmek durumundayız. Meclis’te görüşülmekte olan İç Güvenlik Paketi’nde, bölgede ve batıdaki bazı büyük şehirlerimizde zaman zaman şahit olunan, milletimizin yüreğini yaralayan görüntülerin önüne geçmeyi amaçlayan tedbirler var. İlgili kurumlarımızın muhataplarıyla yürüttüğü görüşmeler de, her şeye rağmen, belli bir seviyeye geldi. Biz samimi olarak, terör meselesini ilanihaye geride bırakacağımız bir huzur iklimine kavuşmayı istiyoruz. Sorunlarımızı demokrasi içinde, hukuk içinde, siyasetin meşru sınırları içinde tartışmaya, görüşmeye sonuna kadar varız. Türkiye büyüdükçe, güçlendikçe, demokrasisi ve ekonomisi geliştikçe, meselelerimizi çözme kapasitemizin de bununla orantılı olarak arttığına inanıyorum. Bu konuda, içeride ve dışarıda, en küçük bir özgüven sorunumuz yok. Yeter ki silahların sesi demokrasinin sesini bastırmasın… Şunu da özellikle ifade etmek istiyorum.

DHA