Dolar 32,5864
Euro 34,8068
Altın 2.504,97
BİST 9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 14°C
Yağmurlu
İstanbul
14°C
Yağmurlu
Cts 20°C
Paz 21°C
Pts 23°C
Sal 22°C

HZ. ALİ’NİN DOĞUM GÜNÜ 21 MART

HZ. ALİ’NİN DOĞUM GÜNÜ 21 MART
21/03/2016 21:45 | Son Güncellenme: 21/03/2016 21:54
A+
A-

Hz. Ali’nin manevi varlığı ile dünyamızı nurlandırdığı doğum tarihi 599’dur. Dünyamıza doğumundan bu yana 1413 sene geçmiştir. Değişik kaynaklarda bu tarih 21 Mart 598 yılı olarakta gösterilir.

599 senesi Mekke kenti Kâbe’yi ziyarete gelenleri ağırlıyordu. Kâbe’nin etrafında büyük bir kalabalık toplanmıştı. Bu kalabalığın arasında putların yerine Allah’a ibadet eden tek bir kadın vardı; O, Hz. Ali’nin annesi Esed kızı Fatıma’ydı. Fatıma Hz. İbrahim’in izinden gidenlerdendi. Tavaf esnasında doğum sancıları tuttu. Allah’a şöyle niyaz etti:
“Allah’ım, ben gönderdiğin her peygambere ve resule iman etmişim. Kâbe’yi inşa eden ceddim İbrahim peygamberin söylediklerini tasdik etmişim. O halde bu mabed’in ve onu inşa edenin ve karnımda olup benimle konuşan,

konuşmalarıyla benimle dostluk kuran; senin celâl ve azamet ayetlerinden olan bu çocuğun hürmetine sana yalvarıyorum; doğum yapmayı bana kolaylaştır.”
O sırada Allah tarafından bir yıldırım düşüp Kâbe duvarını yardı. Hz. Fatıma buraya girip yalnız başına doğumu gerçekleştirdi. Göklerde bir şimşek çaktı, şimşek “Ali” okundu.
Fatıma; Hz. Ali’yi eve götürdüğünde, Hz. Ali süt emmiyor, kendisine kimseyi yaklaştırmıyor, annesini bile kollarıyla geri itiyordu. Hz. Muhammed heyecanla bebeği görmeye geldi.   Fatımâ; Bu çocuğun kollarında aslan kuvveti var, adını Esed(aslan) koymak istiyoruz, deyince Hz. Muhammed; “Hayır” buyurdu. “Onun adı Ali olsun, Ali gibi kendi de yüce olsun.” Fatıma; Ey Muhammed dedi, yanına varma, çünkü bu çocuk aslan huyludur. Sakın sana karşı yakışıksız bir harekette bulunmasın. Hz. Muhammed: Ey Fatıma! O bana karşı yakışıksız davranmaz. Çünkü o beni bekliyor, buyurdu. Hz. Murtaza uyuyordu. Allah’ın Resulünün misk dağıtan saçlarının kokusunu alınca, hakikatleri gören gözlerini açtı. Peygamberin nurlu yüzünü seyretti. Hâl dili ile şu sözleri söyledi:
“Şükür, şerefe erdim saadetli yüzünden,
Kan yağdıran gözümü açtım gül yanağına.
Katettiğim menzillerde hep seni andım,
Vardım cihanı parlatan o ışığına.”
Hz. Muhammed, Ali’yi kucağına aldı. Ona şöyle dedi:
“Merhaba ey ihtişam erbabının kıblesi
Saygı değenler Şahı, ey ayağı uğurlu
Ben ki halkı davet etmeye gönderilmişim
Sen gelmeden emre uyup tutmadım o yolu.
Temiz zatın beklendi, gizli yok başkasından
Peygamberliği göstermeye geç kalmaya sebep bu.”

Ve az sonra mucizeler yaratan dilini Ali’nin gül yaprağı gibi ağzının goncasına koyup o şeker dilini emmesine izin verdi.
Rivayet edilir ki Hz. Ali’nin anne ve babasını yanına yaklaştırmamasındaki dileği, dünyaya geldiği ilk anda Hz. Muhammed’in şeker dilini emmekti. Hz. Muhammed Ali’yi yıkamaya başladı. Ali, Hz. Muhammed’e hiç zorluk göstermiyor, Resul’ün onu çevirmesine fırsat vermeden kendiliğinden onun kucağında dönüyordu. Hz. Muhammed bu hali görünce duygulanıp gözyaşı dökmeye başladı. Fatıma bu halin sebebini sordu. Hz. Muhammed; Ey Fatıma! Bu çocuğu doğumunun bu ilk gününde nasıl ben yıkıyorsam, o da beni ömrümün sonunda öyle yıkayacaktır. Ve ben de kendi kendime bir yanımdan öte yanıma dönüp ona güçlük vermeyeceğim.

Hz. Muhammed, Ali’yi bebeklik ve çocukluk devresinde kendi manevi varlığı içinde terbiye ederek ona arkadaşlık ederdi. Ve onun üzerinden ilgisini hiç eksik etmezdi.

Hz. Ali şöyle buyurur:

“Ben çocuktum. O beni kucağına aldı, göğsüne aldı, yatağına yatırdı. Hep kokusunu alırdım. Hiçbir sözümde yalan ve hiçbir işimde hata görmedi. Annesinden ayrılmış deve yavrusunun annesinin izini takip ettiği gibi onu hep takip ettim. Her gün onun huylarından bana bir şey verir ve yapmamı emrederdi. Her yıl Hira dağına çekilir kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi. O gün İslâm, Allah’ın salâtı O’na ve soyuna olsun, Rasûlullah’la Hatice’den başkasının evinde yoktu; ben de onların üçüncüsüydüm. Vahiy ve peygamberlik nûrunu görürdüm, peygamberlik kokusunu duyardım.”

Hz. Murtaza beş yaşına bastığında, yağmur yağmamasından dolayı büyük bir kıtlık baş göstermişti. Bu yüzden Hz. Muhammed ve amcası Abbas, Ebu Talip’in üzerindeki yükü hafifletmek için Cafer’in büyütülmesini Abbas, Ali’nin ise Hz. Muhammed’in üstlenmesi üzerine anlaştılar.

Böylece Hz. Ali bütün zamanını Hz. Muhammed’le geçirmeye başladı. Bir gün Hazret-i Muhammed, Ali’yi alnından öpmüştü. Amcası Abbas sordu:
-Ya Resulullah, Ali’yi çok mu seviyorsun ?
Muhammed cevap verdi:
-Ey Abbas! Bu Ali benim en sevdiğimdir.

Ve Ali’nin muhabbetinden uzak kalmam mümkün değildir.
Hz. Muhammed ile uğruna canını hiçe sayan Hz. Ali arasında tatlı lâtifelerde olurdu;

Bir gün Efendimiz sabah kahvaltısında Hz. Ali ile beraberdi. Kahvaltıda zeytin vardı. Peygamberimiz yediği zeytin çekirdeğini gizli bir şekilde Hz. Ali’nin önüne koyuyordu. Bir müddet sonra Hz. Ali’nin önünde zeytin çekirdekleri çoğaldı.
Peygamber Efendimiz :
“Ya Ali! Ne kadar çok yemişsin!” dedi.:
Hz. Ali’de “ Ya Resulullah! Siz de çekirdekleriyle beraber yemişsiniz. Baksanıza önünüzde hiç çekirdek yok!..” diye karşılık verdi.
Hz. Muhammed Hakk’a yürümeden önce: “Ben kimin Mevlasıysam Ali’de onun Mevlâsıdır. Bana iman Ali’ye imandır, Ali’ye karşı gelen bana karşı gelir.” Buyurarak kendisinden sonra onu vekil bırakmış, Peygamberlik defteri kapamış fakat vilâyet defteri Hz. Ali ile açılmıştır.”

Hz. Ali kendisini insanlığa şöyle tanıtır:
“Ben sizin içinizde, sizin aranızda, karanlıklardaki ışık gibiyim; karanlıklara dalan o ışıkla aydınlanır, yol bulur. Ey insanlar, duyun, dinleyin; can kulaklarınızı açın, anlayın.” Yine bir hutbesinde kendisini şöyle tanıtır: “ Bende gayb ilminin anahtarları vardır ki onları Resulullah’tan sonra benden başkası bilemez. Kalu Belâ da Allah’ın onun itaatini emretmiş olduğu kişi benim, zuhur ettiğimde beni inkar ettiler ve şanı yüce Allah bu durum hakkında şöyle buyurdu: “O geldiğinde, onu tanımadılar ve bu inkarları ile küfre saptılar”(Bakara:89)

“Ben o kişiyim ki ancak velayetime bağlı olanların amelleri kabul edilecek.”

Hz.Ali insanların iç yüzünü görür ve bilir; “Gözümü açıp baktığımda bir çok insanları görürüm. Fakat gerçek anlamda olgun insanı görmem çok zordur. Bu durum tuhaf bir şeydir.”
Hz. Ali’nin Nehcül Belaga adlı eserde buyurdukları ile Hz. Mevlana’nın Mesnevi-i Şerif’in de buyurduğu manalarda ki birliği açık bir şekilde görürüz,

Hz. Mevlana şöyle buyurur: “Ey baştanbaşa akıl ve göz olan Ali! Gördüğünden bir parçacık söyle… Ey Aliyyel Mürtezâ, ey kötü kaza ve kaderden sonra güzel kaza ve kader, sırrı aç… Madem ki sen ilim şehrine kapısın, mademki sen hilim güneşine şûlesin; Ey kapı, kapı arayanlara açıl ki kabuklar içlensin (zâhir ehli, hakikate erişsin)!”

Tanrı yakınlığına erişmiş kullarla ilgili iki manevi büyük aynı dili dökerler:

Hz. Ali buyurur ki: “Allah kullarından en sevgili olan o kuldur ki… hidayet ışığı gönlünde parıl parıl parlamaya, gönlünü ışıtmaya başlamıştır. Kendisine uzağı yakınlaştırmış, zor şeyi kolaylaştırmıştır. Bakmıştır da izlerin sonunu görmüştür. Dümdüz, tertemiz yola dalmıştır. Şehvetler elbisesinden soyunmuştur, bütün üzüntülerinden, sıkıntılarından kurtulmuştur da bir tek sıkıntıya, bir tek üzüntüye sarılmıştır. Onunla baş başa kalmıştır. ”

Hz. Mevlana’da Tanrı’ya yakın olan kulu şöyle tanımlar:

“Tanrı’ya yakın olan kul şu haldedir: Hakk, kendisinden

başkalarının sevgisini onun gönlüne sokmaz. Ona gizli lütuf gösterir. Varlık aleminin hakikatine ibret gözüyle bakar. Onun bakışında dünyanın bir önemi, bir tehlikesi kalmaz. Gıdası sevgilinin zikri olur; bedeni de onun özlemiyle heyecanlanır, o heyecanla nazlanır. Bu kullar aleme rahmettir. Belalar onlarla kalkar; onlar halkın amanıdır. Rızık kapısı onların bereketiyle açılır. Onlar yürüyen definedir, gönülleri diriltirler.”

Hakiki sevgiyi de Hz. Ali’den öğreniriz;

“Sevgide sakın aldanma. Seven insanın çeşitli delilleri vardır. Yanında sevgilisinin gizli durumlarını saklaması çetindir.

Bunlardan birisi naz ve niyazla sevenini imtihan etmesidir.

Hakiki sevginin bir delili de insana sevgilisinin bir şey

vermeyişinin hediye ve ihsan gibi gelmesi, onu fakir yaptığı zaman bunu büyük bir ikram olarak görmesidir.

Sevmenin delillerinden biri de sevenin daima uyanık kalmasıdır. Ona verilmiş olan her şeye rıza göstererek onunla yetinmesidir.

Sevmenin delillerinden biri de fâni olan bu dünyaya iltifat ve rağbet etmemesi; geçici olan nimetlere gönül bağlamamasıdır.

Sevmenin delillerinden biri de kendisini meşgul eden bütün şeyleri bırakarak sevgilisinin dostluğu ve yakınlığıyla teselli bulmasıdır.

Sevmenin delillerinden biri de dergahına el uzatmış ve bir şey isteyenleri sevindirip onlara izzet ve ikramda bulunmasıdır.”

Hz. Ali’nin canını hiçe saydığı Resulullah aşkına kendini feda ettiği yaşama bizlere bir örnektir:

Hz. Ali dostlara, ashaba şunları söylemiştir;

Allah’ın salatı Hz. Muhammed’in ve onun soyuna olsun ki; Resulullah’ın ashabından olanlar bilirler ben bir an bile ne noksan sıfatlardan dışarı olan Allah’ın emrini reddettim ne de Resul’ün emrini. Allah’ın bana lütfettiği erlikle, yiğitlerin durakladıkları, ayaklarının geriye çekildiği yerlerde canımla başımla onu korudum. Elimden geldiği kadarıyla canımı ona feda ettim. Bütün gücümle düşmanlarıyla savaştım, canımla korudum onu. O da benden başka kimseye nasip olmayan ilmini bana lütfetti.

ALEVİ İSLAM DİN HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI