Dolar 32,3753
Euro 35,0108
Altın 2.325,32
BİST 9.107,60
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 23°C
Az Bulutlu
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cts 22°C
Paz 22°C
Pts 24°C
Sal 18°C

MHP’Lİ YALÇIN: ŞOVU BIRAK, GÜVENLİĞE BAK

A+
A-

MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, iktidarın tek başına Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren sorunların üstesinden gelmesinin mümkün olmadığını belirterek, “MHP olarak iktidarı; kamuoyunun ve muhalefetin desteğini alması, gerçekleri gizlememesi konusunda uyarıyoruz” dedi.

Suriye sınırında tampon bölge oluşturulması tartışmaları hakkında gazetemiz Ortadoğu’ya özel açıklama yapan Yalçın, Hükûmet; Türkiye’nin güney sınırında güvenli koruma bölgeleri oluşturulması gibi fevkalade ciddi ve hayati bir konuyla ilgili keyfî hareket etmemelidir. 40 vatandaşımızın serbest bırakılmasıyla ilgili şov yapmayı bir tarafa bırakıp ihtiyaç duyulan yeni savunma ve güvenlik stratejisi konusunda TBMM’de gizli veya açık oturumlar düzenleyerek millî mutabakata dayalı çözümler üretilmesine önayak olmalıdır” çağrısı yaptı.

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. E. Semih Yalçın, Yeni bir mülteci akınına karşı Suriye’nin kuzeyinde tampon bölge oluşturma seçeneği Türk ve kamuoyunda çok yönlü olarak tartışıldığını belirterek, “Tartışmalara Türk hükûmetinin IŞİD’e destek verdiği iddialarıyla örgütün elindeki 49 rehinenin aniden serbest bırakılması da eklenince ortaya çok bilinmeyenli bir bölgesel denklem çıkmıştır. Bu denklemin giderek daha karmaşık bir hâl almasının sebebi, Türkiye’nin bölgedeki mevcut şartlara ve konjonktüre uygun yeni bir savunma ve güvenlik konsepti belirleyecek dinamizm, kabiliyet ve performansı gösterememesidir” dedi.

Suriye sınırında tampon bölge oluşturulması tartışmaları hakkında gazetemiz Ortadoğu’ya özel açıklama yapan Semih Yalçın şünları söyledi:

“Bölgede ne olup bittiğini iyi anlayabilmek ve sağlıklı bir analiz yapabilmek için öncelikle meselenin tarihî arka planına göz atmak gerekmektedir. Ne zaman Türkiye’nin sınır güvenliği, savunması ve bütünlüğünün korunması söz konusu olsa o vakit Misak-ı Millî gündeme gelmektedir ki bu normaldir. Çünkü Misak-ı Millî Türk egemenliğinin sınırlarını belirleyen bir metin olduğu kadar millî güvenlik stratejisi açısından da önemli bir belge mahiyetindedir.

Mustafa Kemal Paşa’nın telkinleriyle son Osmanlı parlamentosunda ve Ankara’da kurulan Birinci TBMM’de de kabul edilen Misak-ı Millî ile sadece Türklerle meskûn bölgeler belirlenmekle kalınmamış, yeni teşekkül eden Türk devletinin “güvenlik kuşağının” çerçevesi de çizilmiştir. Böylece Birinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan konjonktüre göre milletimizin yaşayabileceği, güvenliğinin sağlanması ve savunulması mümkün olan coğrafyanın hudutları tespit edilmiştir. Misak-ı Millî metni, Osmanlı Devleti’nin külleri arasından merkezî Anadolu’da teşekkül eden yeni Türk devletinin varlığını sürdürebilmesi için coğrafi, sosyal, kültürel ve askerî gerçeklerin göz önüne alındığını göstermektedir.

MİSAK-I MİLLÎ SINIRLARI VE “YENİ TÜRKİYE”

Millî Mücadele kurmayları Millî Misak’ta hudutları çizilen toprakları kurtarmak ve korumak için azami gayret sarf etmişler, bu çabaları Cumhuriyet kurulduktan sonra da sürmüştür. Bu hakikatin en çarpıcı örneği Hatay’dır. Atatürk’ün önderliğindeki “Yeni Türkiye”, Türklerin yoğunlukla yaşadığı ve Misak-ı Millî sınırlarına dâhil bulunan Musul Vilayetinin topraklarımıza katılması için de mücadele etmiştir.

Lozan Barış Konferansı ve sonrasında Musul konusunun çıkmaza girmesi Türkiye’yi, bölgeyi savaşarak kazanma düşüncesine yöneltmiştir. Konferansın başarısızlığa uğraması hâlinde karşılaşılacak güçlükler için Genelkurmay Başkanlığı tarafından “çok gizli” kaydıyla bir harekât planı hazırlanmış fakat tatbik safhasına konulamamıştır.

Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa, Musul üzerine bir askerî harekâtı çeşitli zamanlarda müzakere etmişlerdir. Hatta Cumhuriyet kurulduktan sonra Kâzım Karabekir Paşa’ya Musul’un alınması için oluşturulacak kuvvete kumanda etmesi teklifinde dahi bulunmuşlardır. Ancak Karabekir Paşa yeni savaştan çıkmış devleti tehlikeye sokacağı gerekçesiyle bu teklifi kabul etmemiştir. Churchill’in ifadesiyle “bir damla petrolün bir damla kandan daha değerli olduğu” düşüncesindeki İngilizler, Musul’dan hiç vazgeçmemişlerdir. Savaş yorgunu ve fakir Türkiye’nin gücü, ne Lozan görüşmelerinde ne de sonraki aşamalarda İngiliz diplomasisinin inat ve ısrarını kırmaya yetmiştir.

Atatürk’ün Türkiye’nin Akdeniz ve güney sınırlarının güvenliğinin Kıbrıs’tan geçtiğine dair vasiyet tarzındaki beyanı da aynı Misak-ı Millî anlayışının ürünüdür.

AYRILIKÇI FİTNE TOHUMLARI

Bugün Türkiye’nin güney sınırlarında yaşadığımız sıkıntıların, çekilen sancıların temelinde Misak-ı Millî’nin tam olarak hayata geçirilememesi yatmaktadır. Dikkat edilirse Misak-ı Millî konusuyla ilgili tartışmalar genellikle Türkiye’nin güney sınırları üzerinden yapılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında İngiliz politikalarının Arabistan, Suriye, Irak, Filistin ve Lübnan gibi güneydeki Osmanlı beldelerine ektiği ayrılıkçı fitne tohumları o kadar etkili ve kalıcı olmuştur ki buralarda müstakil devletler kurulduğu hâlde istikrarsızlığa, terör ve fitne üretip ihraç etmeye müsait demografik bir yapı ortaya çıkmıştır.

TEHDİTLER HEP OLDU

Diğer yandan Misak-ı Millî doğrultusunda Musul’un vatan topraklarına katılması sağlanamadığı için Irak’ın kuzeyinde sürekli güvenlik zafiyeti ve açığı kendini göstermiş, bu bölge zamanla Türkiye’ye yönelik tehdit içeren lojistik destek alanı ve terör kaynağı hâline gelmiştir. Hem Millî Mücadele hem de Cumhuriyet dönemlerinde yalnız Irak’ta değil, Suriye’de de Türkiye’ye yönelik tehditler baş vermiştir.

Durum bugün de böyledir. Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehditler yine güney sınırları üzerinden gelmektedir. Dün İngilizler bu ülkelerdeki farklı dinî ve etnik unsurları Osmanlı Devleti’nin aleyhine tahrik etmiş ve kullanmıştır. Bugün de aynı politikalar ABD ve onun ileri karakolu konumundaki İsrail tarafından sürdürülmektedir.

TÜRKİYE ELİNE GEÇEN İMKANLARI KULLANAMADI

Türkiye Körfez Savaşı ile eline geçen imkân ve fırsatı da iyi kullanamamıştır. 1991’de bölgede meydana gelen otorite boşluğu ve 1995 yılında Kuzey Irak’a PKK’yı vurmak için yapılan askerî harekât sonrasında, hatta daha sonra PKK’ya yönelik operasyonların arkasından Kuzey Irak’ta Türkiye tarafından bir tampon bölge oluşturması fikri gündeme gelmiştir. Ancak konjonktür müsait iken bu yapılamamış, uluslararası alanda Türkiye’nin haklı tezleri muhataplarına ve dünya kamuoyuna anlatılamamıştır.

Bugün bu mesele hakkında kamuoyunda bilinmeyen konulardan biri, Musul’la ilgili 1926 tarihli Ankara Antlaşması’na göre Türkiye’nin, Irak’ın 75 kilometre içerisine kadar eşkıya takibi hakkı bulunmasıdır. Aynı meseleye dair yeni bir sınır antlaşması yapılmadığı müddetçe bu anlaşma bugün de fiilen geçerlidir. Ancak Türkiye’nin gerek Irak nezdinde gerekse uluslararası platformda girişimde bulunarak söz konusu hakkını kullanabilmesi icap etmektedir.

TAMPON BÖLGE MESELESİ

Eşkıya takibi meselesiyle güvenli koruma bölgesi oluşturma konusu birbiriyle doğrudan alakalıdır. Tampon bölge hem harekât ve manevra kabiliyetini arttıracak hem kalıcı sonuç almayı hem de korumasız ve masum yerel unsurlara daha güvenli hizmet götürme imkânı sağlayacaktır.

Tampon bölge konusu, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarının korunması yanında uluslararası güçler harekete geçirilerek Türkiye’nin sırtındaki ekonomik ve sosyal yükün azaltılması bakımından da önem arz etmektedir.

Madem Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükûmet Suriye’nin kuzeyinde yeni bir mülteci akınının doğuracağı muhtemel mahzur ve tehlikelerden kurtulmak için bir tampon bölge oluşturma fikri için zemin yoklamaktadır, bu MHP’nin daha önce önerdiği gibi Suriye hududu ile sınırlı kalmamalı, Irak’a da teşmil edilmelidir.

SİLOPİ’DEN HATAY’A KADAR UZANAN BİR HİLAL ÇİZİLMELİ

Çünkü Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden unsurlar sadece Suriye üzerinden gelmemekte, aynı zamanda Irak’ın kuzeyi de terörist yuvası konumunu muhafaza etmektedir. Diğer taraftan IŞİD’in baskı ve saldırıları yüzünden buradan da Türkiye’ye yönelen bir mülteci akını söz konusudur. Bu itibarla Türkiye’nin iki ayrı ama birbiriyle irtibatlı tampon bölge oluşturması gündeme getirilmelidir.

Birinci tampon bölge, Irak’ta Kandil’in güneyinden Silopi’ye kadar uzanan havaliyi içine alan yay üzerinde oluşturulabilir. İkinci tampon bölge ise yine Silopi’den Hatay’a kadar uzanan bir hilal çizilerek kurulabilir. Tampon bölgeler, sınırdan sızmalara önleyeceği gibi Türkiye’den toprak koparmaya odaklanan PKK-PYD’nin bölgede hâkimiyet tesisine de son verecektir.

Meseleyi terör örgütlerini tepelemekle; savaş mağdurlarına, muhacir ve mültecilere konteyner ve çadır kentler kurularak hizmet verilmesiyle sınırlandırmamak icap etmektedir. Tampon bölgeler aynı zamanda Musul ve Kerkük’teki, Suriye’deki Türkmen varlığının emniyeti ve haklarının korunması açısından caydırıcı bir zemin meydana getirecektir.

HÜKÜMET KENDİ BİLDİĞİNİ OKUDU

Türkiye’nin kendi sınır güvenliğini temin için güneyde tampon bölge kurulması fikri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından çeşitli vesilelerle yıllardır dile getirilmektedir. Ancak bu konuda hükûmet, ne partimizin ne de diğer muhalefet partilerinin sesine kulak vermeyip kendi bildiğini okumaktadır.

Ayrıca uluslararası platformda Türkiye bu konuda yalnızlıktan kurtarılmalı; sadece ABD, İngiltere Fransa ve Almanya gibi ülkelerle değil, bölgede çıkarları bulunan Rusya ve Çin ile de mesele enine boyuna görüşülerek destekleri alınmalıdır.

Türkiye’nin kendi başına hareket ederek maceraya girmesi, Orta Doğu bataklığına tamamen saplanması demek olacaktır. Türkiye bundan şiddetle kaçınmalıdır. Tampon bölgenin neden gerekli olduğu ve bölgesel sorunların çözümüne nasıl katkıda bulunacağı anlatılarak BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar da harekete geçirilmelidir.

49 REHİNENİN SERBEST BIRAKILMASI

Ancak AKP hükûmetinin IŞİD’le ilgili tutumu, bu örgütü bir türlü terörist olarak nitelendirmemesi ve IŞİD militanlarının kentlerimizde rahatça faaliyette bulunabilmesi, hem Türkiye kamuoyundaki hem de uluslararası platformdaki şüpheleri beslemektedir. IŞİD tarafından 101 gün süreyle rehin tutulan 49 Musul Konsolosluğu çalışanının tam da ABD’nin Türkiye’den koalisyon güçlerine katılıp operasyonlara destek verme talebini dillendirmeye başlamasının ardından serbest bırakılması da soru işaretlerini arttırmıştır.

IŞİD’LE DE Mİ MASAYA OTURULDU

Rehinelerin serbest kalması, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükûmeti tarafından bir diplomasi zaferi ve MİT’in başarılı operasyonu olarak lanse edilirken iktidar partisi içindeki bazı çevrelerce rehine kartını hükûmetin elinden almak için CIA tarafından yapılmış bir hamle olarak nitelendirilmiştir. Buna karşılık MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “IŞİD’le hangi pazarlıkların yapıldığı, vatandaşlarımızın özgürlüğü karşılığında nelerin vaat edildiği, hangi güvencelerin verildiği henüz gizemini korumaktadır.” sözü, meselenin karanlık yönlerinin aydınlanması ihtiyacını gözler önüne sermiştir. Sayın Bahçeli’nin kamuoyunda makes bulan bu açıklaması sonrasında, rehinelerin kurtarılmasının hangi pazarlıkların sonucunda gerçekleştiği merak konusu hâline gelmiştir.

Türkiye’nin bir terör örgütüyle pazarlık etmesi kabul edilemez. Ancak AKP iktidarı, PKK ile yapılan pazarlıklar ve bulunulan vaatler dolayısıyla sabıkalı olduğu için ister istemez “IŞİD’le de mi pazarlığa oturuldu?” sorusu insanın aklına gelivermektedir.

“ATEŞ OLMAYAN YERDEN DUMAN ÇIKMAZ”

Cumhurbaşkanı Erdoğan rehinelerin tutuklu IŞİD militanlarıyla takas edilip edilmediğine dair bir soruya “Velev ki olsa dahi böyle bir takas olmuş olsa bile ben şuna bakarım: Benim 49 vatandaşımızın karşılığı hiçbir şeyle değişmez, hamdolsun ailelerine kavuştu diye düşünürüm.” demesi de “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” atasözünü akla getirmektedir.

Cevabını bekleyen bir başka soru da ABD’nin istihbarat örgütü CİA’in tek silah atılmadan düzenlenen bu sözde “operasyon”da rolü olup olmadığıdır. ABD sözcüleri, rehineler serbest kaldıktan sonra IŞİD’e yönelik operasyonlar hakkında “Sırf coğrafi konumu nedeniyle bile Türkiye bu çabada ortaktır, olmak zorundadır. Türkiye’nin sağlayacağı katkıyı kesinlikle bekliyoruz.” şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Çok geçmeden de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, IŞİD için oluşturulan koalisyona siyasi veya askerî planda destek vereceklerini beyan etmiştir.

HÜKÜMET KEYFİ HAREKET ETMEMELİ

İşte bu açıklamaların arkasında hangi hesapların yattığı iyi irdelenmelidir. Zira Türkiye’ye mülteci akınına göz yuman, uluslararası kuruluşların bu konuda ağırdan almasını sağlayan başta ABD olmak üzere NATO’daki “müttefiklerimiz” oyunu ikiyüzlü oynamakta, herkesi “Türkiye’nin güneyindeki demografik yapıyı bozmak; ülkemizi askerî, sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan zor durumda bırakmak mı hedefleniyor?” diye düşündürmektedir.

Dile getirdiğimiz bütün bu sorulara iktidarın tek başına cevap bulması ve Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren sorunların üstesinden gelmesi mümkün değildir. MHP olarak iktidarı; kamuoyunun ve muhalefetin desteğini alması, gerçekleri gizlememesi konusunda uyarıyoruz.

Hükûmet; Türkiye’nin güney sınırında güvenli koruma bölgeleri oluşturulması gibi fevkalade ciddi ve hayati bir konuyla ilgili keyfî hareket etmemelidir. 40 vatandaşımızın serbest bırakılmasıyla ilgili şov yapmayı bir tarafa bırakıp İhtiyaç duyulan yeni savunma ve güvenlik stratejisi konusunda TBMM’de gizli veya açık oturumlar düzenleyerek millî mutabakata dayalı çözümler üretilmesine önayak olmalıdır.”