Dolar 32,5004
Euro 34,6901
Altın 2.496,45
BİST 9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 13°C
Yağmurlu
İstanbul
13°C
Yağmurlu
Cts 19°C
Paz 20°C
Pts 21°C
Sal 23°C

ORTADOĞU’DA KURULAN YENI DENGELER VE YANSIMALARI

ORTADOĞU’DA KURULAN YENI DENGELER VE YANSIMALARI
27/11/2013 15:39
A+
A-

Ortadoğu’da kurulan yeni dengeler ve yansımaları

Suriye’deki çatışmalarda kimyasal silah kullanımının ardından belirginleşen gerginliğin ABD ve Rusya arasındaki anlaşmayla, Esad’ın elindeki kimyasal silahların tümünün imha edilmesinin kara bağlanması neticesinden ortadan kalkması, Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtılıp, yeni oyunun kurulacağının göstergesi olmuştu.

Geride bıraktığımız hafta sonunda İran ile P5+1 adı verilen, BM Güvenlik Konseyi Üyeleri ve Almanya arasında varılan uzlaşma gereğince İran’ın nükleer faaliyetlerinin kontrol altına alınarak belirli bir seviyede tutulması, bunun karşılığında da İran’a karşı ABD’nin başlattığı ambargonun hafifletileceğinin duyurulması yeni dengelerin ilk göstergesi oldu.

Daha önce Eylül ayı içerisinde gerçekleştirilen BM toplantısına katılan İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin gerek İran’ın iç meseleleri ile ilgili sergilediği ve batılılar tarafından daha “demokratik” olarak algılanan söylemleri, gerek nükleer faaliyetlerle alakalı karşılıklı iletişim ile aşılmayacak sorunun bulunmadığını belirtmesi ve gerekse bölgesel meselelerle alakalı, başta ABD olmak üzere kimi batılı ülkelerin duygularını okşayıcı beyanatlar vermesi, aslında bugünlerin en önemli hazırlayıcı faktörüydü.

Meselenin özünde ABD’nin uzunca bir süredir İran ile diplomatik ilişkileri geliştirmeyi hedeflediği ortaya çıkıyor. En nihayetinde ABD’nin bu beklentisinin şimdilerde hayat bulmasının başlıca sebebi, yukarıda da değindiğimiz gibi İran kanadından gelen ılımlı duruşla alakalı. Şayet Ruhani de, kendisinden önceki, İran’ın eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejat gibi “keskin ve sert” cümlelerle konuşsaydı, elbet ki ABD’nin şimdi tercih ettiği yolu izlemesi hem iç hem de dış dinamikleri açısından kendileri açısından sıkıntılı bir durum doğuracaktı. Özellikle İsrail’in, İran konusundaki saldırgan ve agresif duruşu ile ABD’de ağırlığı inkar edilemeyecek boyutta olan Yahudi Lobisi’nin faaliyet alanının genişliği düşünüldüğünde, Obama yönetiminin eski koşullar göz önünde bulundurularak bugünlerdeki adımlarını atması imkansız olurdu.

ABD Neyi Hedefledi?

Uzunca bir dönemdir İran’a karşı ambargoya başlayıp, uluslararası arenadaki ortaklarıyla bu ambargo alanını genişleten ABD, aslında bugünleri de hesap ediyor olmalıydı. Zira İran ile ilgili meselelerde İsrail’e sürekli “ambargonun etkilerini görmek lazım” türünden açıklamalar ile Obama dahil birçok ABD’li yetkili farklı zamanlarda mesajlar vermişti.

İran’a uygulanan ambargonun, nükleer faaliyetlerin belirli bir plana ve denetime alınması karşılığında hafifletilmeye başlanacağının P5+1 ülkeleri ile İran arasında yapılan anlaşmada kabul edilmiş olması, ABD’nin bu stratejisinin bir yönde başarıya ulaştığını gösteriyor. ABD’nin diplomasi alanındaki önde gelen isimlerinden olan Zbigniew Brzezinski, ABD’nin küresel üstünlüğünü korumasının Avrasya’yı kontrol etmesine bağlı olduğunu vurguladığı “Büyük Satranç Tahtası” isimli kitabında, İran’ın Rusya ve Çin ile yakınlaşmasının önlenmesi gerektiğini ve ABD’nin müttefiki olarak görülen ülkelerin itirazlarına bakılmaksızın İran ile yakın ilişkiler geliştirmesinin her iki ülkenin de yararına olduğunu belirtiği”Amerika-İran düşmanlığını sürdürmek Amerika’nın çıkarına değildir. Her türlü barışma, halen çok değişken olan bölgenin istikrara kavuşturulmasındaki karşılıklı stratejik çıkarın kabulü temelinde olmalıdır. İtiraf etmek gerekirse, her iki taraf da böylesi bir barışın peşinde olmalıdır. Bu, birinin diğerine bahşettiği bir iyilik değildir Güçlü, hatta dinsel olarak motive olmuş, fakat fanatik Batı karşıtı olmayan İran ABD’nin çıkarınadır. Sonuçta İran’ın siyasi seçkinleri de bu gerçeği kavrayabilir.” ifadeleri, ABD’nin stratejisini daha net bir şekilde görmemize fırsat verdi.

Meseleye bu çerçeveden bakıldığında ABD’nin asıl istediği, kendi öngörüsü çerçevesinde İran’ın küresel sisteme sorunsuz bir şekilde entegre olmasının sağlanmasıydı. Yapılan anlaşmayla entegrasyonun ilk adımının atıldığı söylenebilir. Ancak kesin bir tespit için elbette bundan sonraki dönemde yaşananları takip etmek gerekecektir. Fakat İran’ın küresel sisteme entegrasyonu meselesi ABD açısından geçmişe dönemlere daha kolay bir hal aldığı algılamasıyla değerlendirilmeye başlanmış görünüyor.

ABD, İran’ı hem sahip olduğu enerji kaynakları hem de jeostratejik potansiyeli nedeniyle bulunduğu bölgenin en önemli ülkelerinden birisi olarak değerlendirmekte ve bu potansiyelin kendi inisiyatifinde olmasını arzulamakta. Obama yönetimi göreve gelirken Ortadoğu’ya askeri müdahalede bulunulmuş bölgelerdeki askeri varlığını kademeli olarak geri çekeceği ve sonlandıracağını (Irak ve Afganistan’dan askerlerini çekmesi gibi) açıklayarak aslında diplomatik seçenekleri daha çok ön planda bulundurarak hareket edeceğini göstermişti. Nitekim İran ile geçmiş dönemler yaşanılan en gergin anlarda dahi bu duruşunu belli etmişti.

İran İle Anlaşma’da Kim Ne Kazandı?

Anlaşmayı yapan her iki tarafta kendilerini kazançlı hissediyor. ABD başta olmak üzere İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda hassas olan ülkeler, uranyum zenginleştirme çalışmalarının belirli bir seviyede duracak olmasından ve yeni bazı nükleer tesislerin inşaasının durdurularak, hayata geçirilmeyecek olmasından memnunken, İran ise üzerinde bulunan ve ülkeyi son derece zor durumda bırakan ambargonun yavaş yavaş da olsa kalkacak olması ile nükleer enerji üretme konusunda çalışmalarının artık batı tarafından kabul görmesinden ötürü memnuniyet yaşıyor.

Bu anlaşmanın detaylarına bakıldığında “uranyumu sadece %5 zenginleştirme ve elinde bulunan %20 oranında zenginleştirilmiş uranyum stoğunu da imha etme” şartını İran’ın kabul ettiği ifade edilmiş, Natanz, Fordov, Arak, İsfahan ve Bender Abbas nükleer tesislerindeki çalışmaların da bu ölçekte süreceği belirtilmiştir. Ayrıca anlaşma ile İran’ın Batı ülkelerindeki bankalarda dondurulmuş durumda olan rezervlerinden 6-7 milyar dolarlık bir kısmı kendisine iade edileceği açıklanmış, günlük 1 milyon varil civarında olan İran’ın petrol sevkiyatının devamının sağlanması da planlamaya alınmıştır.

Her ne kadar ABD yönetimi başta olmak üzere birçok ülke İran’ın sahip olduğu zengin petrol ve doğalgaz kaynakları sebebiyle nükleer enerjiye ihtiyacı olmadığı ve nükleer enerjiyle ilgili İran’ın yürüttüğü çalışmaların ilerleyen dönemlerde küresel düzeni tehlikeye sokacak sonuçlar doğurabileceği endişesiyle, İran’daki tüm uranyum enginleştirme tesislerinin kapatılması gerektiğini savunsa da, mevcut durumda atılan adımın önemli olduğunu değerlendiriyorlar.

Tüm bunların yanında ABD ve Rusya’nın daha önce Suriye üzerinde kimyasal silahların imhasıyla ilgili vardığı uzlaşmaya yeni süreç içerisinde İran’ın dahil olması, birçok uzmana göre Suriye’deki iç savaşın sona erdirilmesi noktasında önemli bir faktör olarak değerlendiriliyor. Nitekim Esad ile muhaliflerin yeniden bir araya geleceği toplantı da İran’ın kendini göstereceği de ifade edilen görüşler arasında. Suriye krizi başladığından bu yana Esad’a açıktan destek veren İran’ın Cenevre’de gerçekleşecek görüşmelerin en popüler tarafı olması da bekleniyor.

Anlaşmaya Yapılan İtirazlar ve Muhtemel Sonuçları

İran ile yapılan anlaşma Ortadoğu’da İran’ın mevcut rejimine sürekli kuşkuyla bakan körfez ülkeleri ve İsrail’i rahatsız etmişe benziyor. Bu anlamda anlaşmaya karşı gelen tepkilerin yoğunluğuna ve sertliğine bakılırsa, geçmiş dönem alışkanlıklarının özellikle İsrail ve Suudi Arabistan’ı temkinli ve mesafeli duruşundan vaz geçirmeyeceğe benziyor.

Bu ülkelerin en büyük endişesi, ABD’nin bölgeden git gide çekilmeye başladığı bir dönemde İran’ın bölge üzerindeki ağırlığının artması. Kaldı ki Batılı ülkelerle arasındaki meseleyi alışıla gelmişin dışında sergilediği yakın ve ılımlı duruşuyla halletmeye başlayan İran’ın, elinde bulunan potansiyelini Batılıların itiraz etmediği bir şekilde kullanması halinde böylesi bir sonucun gerçekleşebilme olasılığı yüksek. Bu andan itibaren İran’ın nasıl bir yol izleyeceği Ortadoğu denkleminin vazgeçilmez bir değişkeni haline geldi.

Nitekim anlaşmanın hemen ardından dünya petrol piyasasında petrol fiyatlarının düşmeye başlaması, İran’ın sahip olduğu ve bilinen potansiyelinin bir kez daha hafızalara gelmesine vesile oldu. Dünya’nın en önemli petrol nakil hatlarından birisi olan Basra Körfezi’ndeki hareketlilik, yapılan anlaşmayla beraber artmaya başlayacağa benziyor.

İşte bu durumun bilicinde olan ve ABD başta olmak üzere batı ile ilişkilerini sürekli sıcak tutan İsrail ve körfez ülkeleri itirazlarını yükseltiyorlar. Görüşlerinin temel felsefesi İran’ın güvenilmez olduğu ve zaman kazanmaya çalıştığı yönünde. Bugünlerde ılımlı görünse bile, bunun İran’ın gerçek yüzünü gizlemek için kurgulanan bir aldatmaca olduğu görüşünü ortaya koyuyorlar. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, anlaşmanın “tarihi bir hata” olduğu konusunda ısrar edip “dünyanın daha korkunç bir yer haline getireceğini” savunması ve BBC’nin bir haberinde görüşlerine yer verdiği Bir Suudi dış ilişkiler danışmanına göre, Batı’nın anlaşma için “taviz veren” tavrı “İran’a daha çok yer açıyor ve bölgede daha serbest hareket etmesini sağlıyor.” görüşü, bahsettiğimiz kuramın nedenini ortaya koyuyor.

Koşulların böyle sürmesi İsrail ile Suudi Arabistan başta olmak üzere Katar ve diğer körfez ülkelerinin ilerleyen zamanlarda bir birine yakınlaşma başlaması muhtemel sonuçlardan başında geliyor.

ABD için bu anlaşmanın her haliyle büyük bir risk olacağı kanaati de birçok uluslararası medya tarafından dile getirildi. Malum, risk büyük kazanç sağlayabilmenin yanında büyük kayıplarında nedeni olarak tarif edilir. Burada en büyük kazanç İran’ın küresel sisteme entegre olmasının başarılması iken, en büyük tehdit ise hali hazırda ABD tarafından müttefik olarak değerlendirilen ülkeleri, bu gelişmenin ardından kendi yanında tutup tutamayacağıdır. Nitekim istikrar ararken, Ortadoğu belki de daha büyük sıkıntılara sebep olabilecek bir alana da sürüklenmeye başlayabilir.

Bu Dönemde Türkiye Nasıl Bir Yol İzlemeli?

Ülkemiz dünyanın istikrarsız olarak tabir edilen ancak aynı zamanda birçok sebepten ötürü küresel üstünlük mücadelesinin tüm ana etkenlerini bünyesinde barındıran bir coğrafyada bulunuyor. Balkanlar, Kafkasya yada Ortadoğu coğrafyasının temel algılaması uluslararası alanda bu tarifi yansıtıyor. Dolayısıyla bu bölgelerin tam merkezinde bulunduğumuzdan, en ufak bir hareketlilik doğrudan Türkiye’yi etkileyebiliyor.

AKP iktidarına kadar Türkiye’nin bölgede var olan prestiji önemli bir seviyeye ulaşmıştı. Ancak Suriye’de yaşanan krizin yanı sıra, Irak ile ilişkilerin de gerilmesi ülkemizi sonuçları son derece sıkıntılı olabilecek bir döneme doğru sürükledi. Nihayetinde de bu sıkıntılarla çok yakın bir zamanda yüz yüze kalacağız. Ülkemizin tüm güney sınırı, bizzat AKP’nin yanlış, temelsiz ve tavizkar dış politika anlayışı ile dört parçalı sözde Kürt devletini kurmanın hesaplarını yapanların işlerini oldukça kolaylaştırdı.

Bölgede yeni dengeler kurulurken Türkiye’nin mutlak suretle tüm ülkelerle komşuluk ilişkilerini yeniden sağlam temeller üzerine oturtmanın arayışında bulunmalıdır. Özellikle şuan ki aşamada uluslararası kamuoyunun Suriye’nin kuzeyindeki El Kaide-El Nusra’nın varlığını bahane ederek, PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD’nin özerklik elde etmesine yol açmasının kesinlikle karşısında durulmalıdır. Tüm güney komşularımızın mutlak suretle toprak bütünlüğünün korunması yönünde kesin ve tavizsiz bir duruş sergilenmelidir. Çünkü bölgedeki herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğünün korunması, ülkemiz de dahil olmak üzere, İran, Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü ile doğrudan alakalıdır. Bu anlamda tüm seçenekleri Türkiye mutlaka elinin altında bulundurmalıdır. AKP’nin mevcut çarpık anlayışı ve PKK’ya hem yurt içinde hem de sınırlarımızın dışında açtığı alan düşünüldüğünde Türkiye lehine sağlıklı bir duruş sergileyemeyeceğini de söylemek pek tabii mümkündür.

Gelelim nükleer enerji üzerinden İran ile yapılan anlaşmanın doğrudan ilgilendirdiği konulara. İran’ın üzerindeki ambargonun kalkmaya başlaması ile birlikte ulaşılacak yeni durumun ülkemiz açısından özellikle enerji ve ekonomi alanlarında yaratacağı etki mutlak suretle iyi hesap edilmelidir. İran’ın ambargoya maruz kaldığı dönemde Türkiye üzerinden kimi ekonomik hareketliliğini sağladığına yönelik haberlerin geçmişte var olduğu düşünülürse, ambargosu hafifleyen İran’ın ekonomik faaliyetlerini bundan sonra Türkiye üzerinden çekmesinin sıkıntıları da düşünülmelidir.

Bölgemiz git gide ciddi bir enerji koridoru haline dönüşürken, Türkiye bu alandaki rekabet gücünü artıracak adımları mutlak suretle devreye koymalıdır. Özellikle Azerbaycan ve Orta Asya kaynaklı enerjinin, yeni planlamalarla Akdeniz ve AB’ye uzanacak, büyük getirisi olacak çalışmalara yönelik atılımlar gerçekleştirilmelidir.Petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahiplik bakımından yaşadığımız olumsuzlukları, dünyanın en hayati, en büyük ve en birleştirici enerji taşıyıcısı ülkesi olarak telafi edilmesini sağlamalıyız.

Bu derecede hareketliliğin yaşandığı bir döneme ilişkin görüşler ortadayken, bir gerçekliğin daha altı çizilmelidir. Türkiye’de mutlak suretle bir iktidar değişikliğine ihtiyaç vardır. Zira bu anlatılanları gerçekleştirebilecek irade, birikim ve heyecan artık AKP iktidarında kalmamıştır. Türk Milleti nezdinde ki sabıkasının yanında AKP’nin bölgedeki sabıkası da malum olduğundan bu seçenek kaçınılmaz olarak Türk Milleti’nin karşısında bulunuyor.

Aksi halde Türkiye kayıplar yaşamaya devam edecek, bulunduğumuz bölgede herkes hesaplarını bir bir gerçekleştirirken ülkemiz, kurgulanan senaryolarda figüran olarak kalmaya devam edecektir. Fırsat elden kaçmadan Türk Milleti kendi çıkarını tüm menfi çıkarların üzerinde tutan bir anlayışla temsil edilmelidir.

Bu iradenin MHP’de olduğuna inanarak, MHP’yi iktidara taşımadan düzlüğe çıkmamızın ve üzerinde hesap yapılan değil, kendi hesabını gören bir ülke olmamızın pek mümkün olmadığını söylemek gerekir.

İSMAİL ÖZDEMİR/ ORTADOĞU