Dolar 32,5004
Euro 34,6901
Altın 2.496,45
BİST 9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 13°C
Yağmurlu
İstanbul
13°C
Yağmurlu
Cts 19°C
Paz 20°C
Pts 21°C
Sal 23°C

PKK, HDP’DEN SONRA BAŞ SORUMLU AKP’DİR

PKK, HDP’DEN SONRA BAŞ SORUMLU AKP’DİR
14/01/2016 17:51
A+
A-

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Şırnak’a 750 teröristin girdiği, yeni bir terör dalgası başlatmak üzere hazırlandıkları ve Cizre’ye de 850 civarında teröristin sızdığı konusundaki haberleri anımsattı.

“Kamuoyu sahte bir başkanlık tartışmasıyla meşgul edilirken, ülkemiz bir felakete doğru sürükleniyor” ifadesini kullanan Özdağ, dün Diyarbakır’ın Çınar ilçesindeki terör saldırısında da 6 kişinin öldüğünü ve 39 kişinin yaralandığını söyledi.

Özdağ, şunları kaydetti:

Değerli basın mensupları,

Güneydoğu Anadolu’da AKP’nin terör örgütünün önünü açması neticesinde gerçekleşen PKK yığınağını ortadan kaldırmak amacı ile başlayan polis ve jandarma operasyonları TSK’nın verdiği destek ile devam etmektedir. Güvenlik güçlerimizin başarısı için dua ediyor, Allah’tan çocuklarımızı korumasını diliyoruz. Ancak olayların gerçek boyutu konusunda AKP Hükümetinin kamuoyunu karanlıkta bıraktığının farkındayız. AKP’nin sansürünü aşan haberlerden Şırnak’a 750 PKK’lının girdiğini öğreniyoruz. Cizre’ye ise yeni 850 teröristten oluşan bir grubun sızdığı ifade edilmektedir. Kamuoyu sahte başkanlık tartışmaları ile meşgul edilirken, ülkemiz bir felaketin içine hızla çekilmektedir.

Nitekim dün akşam Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde PKK terör örgütü tarafından polis karakol ve lojmanına yapılan saldırıda birisi polis eşi, birisi 4 yaşında bir kız çocuğu, üçü Çınarlı yurttaş beş kişi ölürken, 39 vatandaşımızda yaralanmıştır. Bombalı araç ile yapılan saldırı ile eş zamanlı olarak yıkılan karakol ve ilçedeki jandarma karakoluna roketatarlar ve makinalı tüfekler ile ateş açılmıştır. Bunun nedeni yıkılan karakol ve evlerin enkazlarının altından yaralıların kurtarılmamasının engellenmesidir. Bu saldırı PKK terör örgütünün aşağılık yüzünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu saldırı bir kez daha PKK terör örgütünün arkasındaki sözde siyasetin aşağılık ve alçak karakterini ortaya koymuştur. Güneydoğu’da saldıran kent ve dağ eşkıyalarının elleri ne kadar kanlı ise onların bu eylemlerini meşrulaştırma çabası içinde olan Kandil siyasetçilerin de elleri o kadar kanlıdır. Arkalarındaki kaleşnikofların gölgesinde siyaset yapanlar Çınar’da halka ve güvenlik güçlerine saldıran eşkiyalar kadar suçludur.

Böyle aşağılık bir terör örgütü ile masaya oturup yıllarca “analar ağlamasın” diyerek siyaset yapanları da tarih affetmeyecektir. Teröristler ile müzakere yapan ve sonuçta Abdullah Öcalan ile Dolmabahçe sarayında açıklanan mutabakata varan AKP iktidarı bugün yaşanan terörün PKK ve HDP’den sonra baş sorumlusudur. Açılım sona ermesin diyerek PKK’nın kentlere silah ve bomba yığmasına müsaade eden AKP iktidarının aymazlığının bedelini şimdi halkımız ve güvenlik güçlerimiz hayatları ile ödemektedir. Şimdi gazetelerde Ocak ayı sonunda bölgede operasyonların durdurulacağı ve askerin bölgeden çekileceğini haberlerini okuyoruz. PKK terörünün yeni bir dalga ile yükselme çalışmaları yaptığı bir dönemde operasyonları durdurmayı düşünmek sadece AKP’nin bulabileceği bir çözümdür.
Güvenlik güçlerinin terör örgütü tarafından rehin alınan halkı kurtarmak için düzenlemiş olduğu operasyonları aydın sorumluluğu ile değil, örgüt dili ile eleştiren ve devlete saldıran 1128 akademisyenin yayınladığı bildiriyi Cumhurbaşkanı Erdoğan sert bir şekilde eleştirmiştir. Olması gereken de budur. Bir Cumhurbaşkanı devlete sahip çıkmalı ve savunmalıdır. Ancak, devleti sadece kendi dönemi ile sınırlı gören ve Cumhuriyetin kuruluşuna saldırmak için dönemin PKK’sını ezen yönetime “Dersim’de katliam yaptılar” diye saldıran Erdoğan, bugün devlete saldıran 1128 akademisyene yolu açmıştır. Anılan 1128 akademisyenin temsil ettiği zihniyet Açılımın akil adamlarının temsil ettiği zihniyettir. Zaten bu akademisyenler de Erdoğan’a askıya aldığı PKK ile müzakereleri tekrar başlatma çağrısında bulunmaktadır.
AKP Hükümetinin yanlış Suriye politikasının sonucunda güney komşumuzda yaşanan iç savaş ülkeyi geri dönülmez bir parçalanma noktasına getirmiştir. Suriye’den 5 milyon insan Suriye dışına göç ederken, 10 milyonun üstünde insan da Suriye içinde yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Suriye’den kaçmak zorunda kalan 5 milyon insanın 2 milyon 503 bin 426’sı Türkiye’ye gelmiştir. Üstelik bunlar kayıtlı olanlardır. Kayıtsız olanlar ile bu rakam daha da yüksektir. 2 milyon 503 bin 426 insan Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan gibi nüfus devi ülkeler için bile çok büyük bir nüfustur.

Türkiye gibi orta boy nüfusu ve orta boy bir ekonomiye sahip bir ülke için ise 2.5 milyon göçmen kabul edilebilir değildir. 1923-1997 arasında toplam 1 milyon 600 bin göçmenin geldiği düşünülür ise son beş senede gelen 2.5 milyonun ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır. Esasen Sayın Davutoğlu, Suriye’den göçün başladığı günlerde Türkiye için kırmızı çizginin 100 bin Suriyeli misafir olduğunu ilan ederek, Türkiye’nin taşıyabileceği yükü açıklamıştır. 100 bin bile çok büyük bir yük iken ülkemiz bugün bu yükün 25 kat fazlasını AKP’nin akıldışı Suriye politikasının sonucunda omuzlamak zorunda kalmıştır. Esasen, Davutoğlu, 100 bin mülteci kırmızı çizgimizdir derken çok samimidir. Çünkü Davutoğlu, kısa zaman içinde Şam’da Esad rejiminin yıkılacağını ve kendisinin de Erdoğan ile birlikte Müslüman Kardeşler ile birlikte Şam’da Emevi Camii’nde Cuma namazı kılacağını hesaplamıştır. Ancak yanılmışlardır. Bu yanılgının bedelini Türkiye ödemektedir.

Suriye’den gelen nüfus Türkiye üzerinde olağanüstü büyük ekonomik ve politik bir yük oluşturmaktadır. Şu ana kadar bu nüfus için harcanan paranın hesap edilebilir olanı 8 milyar Dolardır. Türkiye gibi bir ülke için bu çok büyük bir harcamadır. 8 milyar Dolar ile yapılabilecek hizmetlerin büyüklüğü ortadadır. Üstelik gerçek harcamalar sivil toplumdan gelen ve hesaplanamayanlar ile birlikte 8 milyar doların çok üstünde olduğu gibi, mali maliyetlerin dışında toplumumuzun üstüne büyük maliyetler binmiş durumdadır.

Türkiye’nin omuzlarına binen maliyet sadece ekonomik değildir. Bir anda gelen 2.5 milyon kişi aynı zamanda ülkemizin demografik dengeleri üzerinde tahripkar etkiler yaratmıştır. Akıl ile yönetilen hiçbir devlet yönetimi yurttaşlarını böyle göz göre göre büyük bir tehlikenin içine atmaz. 2.5 milyonluk dev göçmen dalgası, Suriye iç savaşını da ülkemize taşımıştır. Türkiye, sadece Suruç, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da gerçekleşen kitlesel kıyımlarda Suriye iç savaşının etkilerini yaşamakta kalmamakta, ülkemizin sokaklarında Suriye iç savaşının uzantısı olan infazlar gerçekleştirilmektedir.

Suriyeli misafirlerin durumuna Allah kimseyi düşürmesin. Ülke, şehir, aile, komşu ve iş kaybederek dilini bilmediğin bir ülkede hayata sıfır noktasının altında başlamasının ne kadar hüzünlü bir süreç olduğunu tahayyül etmek bile zordur. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin çok önemli bir bölümü yapılan bunca harcamaya ve fedakârlığa rağmen çocuklarının ve kendilerinin yaşamlarını tehlikeye atarak Türkiye’den Avrupa ülkelerine kaçmaktadırlar. Bu aynı zamanda kalanların büyük ölçüde mutsuz, yolunu bulamadıkları için kalan ve patlamaya hazır bir grup olduğunu göstermektedir.
AKP Hükümetinin yapması gereken Suriye’de bir an önce barışın sağlamamasının koşullarına katkıda bulunmak iken, Erdoğan, Aralık 2015’de Esad rejimi de içinde olduğu için Irak, İran, Rusya ve Suriye’nin kurduğu koordinasyon merkezine katılmayı reddetmiştir. Özetle, AKP Hükümetinin gerçekleştirmesi mümkün olmayan Esad’ı devirme politikası hala devam etmektedir.
Avrupa Birliği ile yapılan Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde AKP Hükümeti 3 milyar Avro karşılığında 530 bin mülteciyi daha ülkemize almayı kabul etmiştir. Neticede Türkiye, Dünyada en fazla mülteci bulunduran ülke konumuna gelmiştir. Tekrar ediyorum. Türkiye, dünyada en fazla mülteci bulunduran ülke konumuna bir kaç sene içinde AKP’nin akıl dışı politikalarından dolayı gelmiştir. AB’de Türkiye’yi bir tampon ülke, bir mülteci deposu olarak kullanmak istemektedir.

Şimdi iktidarın yeni bir akıl dışı politika izlemeye karar almıştır. Suriyelilere Türkiye’de çalışma izni verilmiştir. Türkiye gibi TUİK verilerine göre % 10.4 işsizliğin olduğu bir ülkede Suriyelilere çalışma izni vermek kendi işsizlerinizi ebediyen işsizliğe mahkum etmektir. Bu adım işsiz yurttaşlarımızın bundan sonra iş bulma imkânlarına ağır bir darbe indirecektir. Ancak asıl mesele bu adımın Suriyelilere yurttaşlık verilmesinin ilk aşaması olmasıdır. AKP, yeni bir oy deposu olarak gördüğü Suriyelileri Türkiye için ortaya çıkaracağı güvenlik sorunları başta olmak üzere bütün sorunlarına rağmen yurttaşlığa almanın alt yapısını hazırlamaktadır. Özetle, akıl dışı başlayan Suriye politikası akıl dışı bir çizgide istikrar içinde ilerlemektedir.

Geçen hafta bir MHP Heyeti olarak KKTC’yi ziyaret etmiş ve KKTC ile Rum kesimi arasında devam eden müzakereler konusunda bilgi almıştık. Gezimiz sizlerin katıldığı bir basın toplantısında değerlendirmiştik. KKTC Cumhurbaşkanlığı çevrelerinden gezimiz sonrasında yaptığımız değerlendirmeler ile ilgili olarak yapılan açıklamada “Kıbrıs Türk halkına saygısızlık” ifadesi kullanılmıştır. Biz KKTC Cumhurbaşkanlığı ile herhangi bir polemiğe girmek istemiyoruz. Aksine Kıbrıs Türk halkının onurlu ve büyük bir mücadele sonrasında kazanmış olduğu bağımsızlığına ve bağımsızlığını taçlandırdığı devletine duyduğumuz saygıdan dolayı, KKTC’nin tarihe gömülmesine karşı çıkıyoruz. Kıbrıs Türk halkına saygısızlık yapan bu halkın bağımsız bir devlete sahip bir halk olarak yaşama hakkını savunan MHP değil, Kıbrıs Türkünün devletini yok etmek için çalışanlardır.